2004 yılında yapılan referandum öncesinde oysa bize ne renkli tablolar çizilmiş, ne sözler verilmişti. Gazete reklamlarına da yansıyan şaşalı tam sayfa reklamlar halen gözümüzün önünde. Yapılan vaatleri şimdi burada alt alta yazsak bu sayfa yetmez. Aradan tam 5 yıl geçti. Artık AB’nin kendi içinde yaptırdığı anketlerde bile her ne kadar birileri bunu satır aralarında saklamaya çalışsa da Kıbrıs Türkünün güvensizliği ortada. Hadi ağır olmasın diye buna kandırılmış demeyelim ama hayal kırıklığı malum. Hayal kırıklığını daha çok 24 Nisan referandumunda ‘evet’ diyen ya da dedirtenler yaşıyor şimdi. İşte bu hayal kırıklığı bile önümüzdeki yıl başlarında yapılacak olası bir referandumun sonuçlarını bile şimdiden gösterir nitelikte. … Misyonun önde gelenlerinden Cumhurbaşkanı Talat bile artık ‘AB’ye güvenmiyorum’ diyorsa, Kıbrıs Türk halkı bundan böyle nasıl olur da Hristofyas’ın imzasının bulunduğu bir çözüm anlaşmasına ‘evet’ der ve AB çatısı altında olmayı kabul eder? Daha önceleri de çok kez yazdık yine yazalım; 2004 referandumu öncesinde AB’nin bulunmaz Hint kumaşı olduğunu söyleyen ve Kıbrıs Türkünü bu yönde yönlendirenlerin ki başta da Sayın Talat gelmektedir, bu ülke insanına bir özür borcu vardır. Ne Talat, ne Soyer, ne sözcü Erçakıca ve ne de diğer siyasi oluşumların liderleri artık ne Hristofyas’a ne de AB’ye güvenmekte, bunu da artık parmaklarının ardına saklanmadan söylemektedirler. … 2004’de AB’ye ‘evet’ dedik ne ne oldu? Bunu bir miktar faydalarını elbette gördük. En azından BM’nin hazırladığı bir plana ‘hayır’ demeyerek Kıbrıs’ta uzlaşmaz kesimin Türk tarafı olmadığını ispat ettik. Peki ispat ettik de ne oldu? Kocaman bir ‘hiç’ oldu! Annan Planına ‘hayır’ diyen Rum kesimi önce AB üyeliği ile ödüllendirildi sonra şimdi de BM’ye kafa tutmaya başladı ve Güvenlik Konseyi kararlarının bile çok dışına çıktı. BM’nin bu konuda derin sessizliği ise korkutucu boyutlardadır ve AB’ye güvensizliğin yanında bu kez de BM’e olan güvensizlik de gündeme otarmaya adaydır. … Aslında ne AB’yi ne de BM’yi suçlamak da çok doğru değil. Hadi onlar taraflı hadi onlar uzaylı. Peki biz ‘evet’ dedik de gerisini getirdik mi? BM’nin, AB’nin kapısına dayanıp da ‘işte biz çözüm yanlısıyız, hakkımızı isterik’ diye diretseydik şimdi çok daha farklı konumlarda olabilir, Kıbrıs’ta çözüme muhtaç olma konumundan çıkıp, Kıbrıs Rum’unu ‘çözüme muhtaç’ konuma sokabilirdik. Ama, bunu bile düşünemedik, beceremedik, cesaret gösteremedik. Bakın bundan sonra olacakları biz size şimdiden söyleyelim: Önümüze öyle bir plan çıkaracaklar ki, ‘evet’ demememiz için her şey olacak. Ve çok büyük ihtimalle de Türk tarafından ezici çoğunlukla kocaman bir ‘hayır’ çıkacak. İşte o zaman uyuyan dünya ve Avrupa uyanıp bir ağızdan Kıbrıs Türkünü ‘uzlaşmaz’ ilan edecek. Dış politikada tembellik ve acizliğin sonu budur, bundan kaçış da yoktur! İmajımız kötü! Televizyon sunucusu İstanbul’un en işlek caddelerinden birinde elindeki mikrofonu uzatıyor ve oradan geçenlere “Kıbrıs deyince aklınıza ne gelir” sorusunu soruyor. Sorulara cevap verildikçe yüzümüz kızarıyor; İlk konuşmacı Kıbrıs deyince benim aklıma ‘kumar’ gelir diyor. İkincisi de aynı cevabı verip ‘kumar’ diyor. Üçüncüsü biraz yüreğimize su serpiyor ve ‘deniz ve güneş’ diye cevaplıyor. Ondan sonra gelen cevaplar ise yine ‘kumar’ diyor. Bir başkası da ‘pahalılık’ cevabını veriyor. Bir diğeri yine ‘kumar’ derken, öbürü ‘Mehmet Ali Erbil’ cevabını veriyor! Konuşanlar arasında ‘öğrencilerin kazıklandığı yer’ diyenler de var. Tek tük, ‘Denktaş’ ya da ‘Talat’ diyenler de çıkmıyor değil. Ve bu böyle uzayıp gidiyor. Uzadıkça da biz kısalıyor, küçülüyor hatta yerin dibine kadar giriyoruz. Bundan daha birkaç yıl öncesine kadar Türkiye’de kime sorarsanız sorun ya ‘yavruvatanımız’ denirdi, ya da ‘canımız-ciğerimiz” diyenler çoğunlukta olurdu. Demek ki zaman Anadolu’dan Kıbrıs’a bakış açısını bile değiştirmiş. Demek ki biz yıllardır kendimizi Anavatanımıza bile anlatamamışız. Ya da biz anlattığımızı zannetmişiz ama anlatırken bir yerlerde hata yapmışız. KKTC’nin bırakın diğer ülkeleri kendi ‘ana’sının karşısında bile bir imaj sorunu olduğu kesin. Aslında bu bir sorun olmakta öte yıllardan beridir sürdürdüğümüz kötü politikaların bir ürünü. Oysa KKTC’de ne sadece kumar var ne de deniz ve güneş. Bu ülkenin kendine has, dünyanın başka hiçbir yerinde olmayan o kadar çok şey var ki bunları kendi anamıza anlatamadıktan sonra başka kimlere anlatabiliriz ki? Bu ülkeyi yönetenlere, basınına, sokaktaki vatandaşına bu konuda o kadar çok şey düşüyor ki bunu toplumsal bir mesele olarak görmezsek, kötü imajımızı çok kısa bir sürede değiştiremezsek bundan sonraki süreçte bizi şimdikinden çok daha kötü günler bekliyor, buna herkes hazırlıklı olsun.