Yüreğimin devrik hükümdarlığı isyanın eşiğindedir.. Ve artık her şeyin boşluğunda salınırken, her şeyden tanım çıkarmaya ve anlam bulmaya zorlanırken yabancılar kolonisidir her bildik yüz... Bir amaçsızlık yatağına varmaktadır her eylemimle içimde yükselen nehir... Şimdi; Her yaşadığım bir fotoğraftır... İncelen ve giderek soluklaşan her bakışta, kalbimde bir telaş hazırlanır yeni bir yaşama.... Yaşama ve aşka dair gizlerim ayaklandığında bir özlem parçalar sızlayan yüreğimin kapakçıklarını... Nabız zorlar, çözerim gözlerimi, kendimle oynadığım oyunu bitiririm.. Gelmeye çalışırım gittiğim yerlerden zordur kendime dönüş, artık bilirim.......... Şimdi, gecenin bir vakti, erken ve hesapsız devinimlerimde inceldiği yerlerden kopmasına izin verdiğim bir şeyleri bağlamaya çalışıyorum... Onarılması zor yanlarımı anestezik yazılarla uyuşturuyorum... Herkese bir şeylerin açıklamasını yapmaya çalışan ben, herkesin sorunlarının cevap anahtarlarını çoğaltmaya uğraşan ben, anahtarını kaybetmiş bir çilingir gibi dışarıdayım şimdi... Üşüyorum, sabah güneşinin aydınlığı ortaya çıkarıyor karanlığımı ve ben karanlıkta görebiliyorum ama üşütüyor beni görebildiğim her şey... Üflediğim zaman geçmişin tozlarını, geleceğin pasları ortaya çıkıyor sanki... Hiç tanımadığım insanlar hakkında bildiklerimi, kendime ait bilgisizliğe dönüştüren ne??? O bir türlü dindiremediğim en derinlere inebilme isteği mi??? Yoksa başkalarının yaşamlarını, aşklarını, acılarını paylaşırken, bir türlü kendi iç dökümünü kimseye yapamayan kalbim mi??? Nedir, içimi en acıyan yerlerinden mühürleyen? Nedir insanı en yükseklerden kuytulara sürükleyen? Ve konuşur içim, dudağımı ısırırken düşlerim: "Aşk; ihanetine bile ihtiyacım var... Artık biliyorum... Yokluğunda çoğalıyor yokluklar..." Şimdi ben, vaktin ağır aksak ivmesinde, bir sigara paketinin arkasına yazmış olduğum imlası alkollü şu satırları okuyorum: "Gözlerimle kurşuna dizebilmek için seni, son bir hoşçakal ıssızlığını yaşayabilmek için geldim kapılarına korkma; içeri girecek değilim sadece kapına asılı kalsın istedim dualarım, gözlerim ve tüm düşlerim..." Bir "Hoşçakal" ıssızlığıyla kalmak nedir bilir misin? Bilir misin ardından kapanan kapılara asılı kalan göz bebeklerinin inanılmaz harabeliğini? Tüm anlamlarını kaybetmiş bir alfabeyle, "Lütfen" kelimesini kekeleyebilir misin? Defalarca yutkunarak ve direnmeye çabalayarak gözlerini sürüklemeye hazır sele, nasıl "Kendine iyi bak" denir bilir misin? "Sen de" dendiğinde çoktan dağılmış yanlarını saklayabilir misin? Aşkın ihanetini bile özleyecek kadar, Aşkı sevebilir misin? Çocuklukta saklıydı mutluluk… Çocukken yarın neler oynayabiliriz diye düşünürdük, şimdi ise yarın bize hayat hangi oyunu oynayacak diye düşünüyoruz... Çocukken körebe'lerimiz vardı bizim,gözümüz her bağlandığında karşımızda duranları yakalama heyecanımız, sonra belli belirsiz yerden gelen dokunuşlar ve sesler ''ali beni yakalayamaz'' Oysa hayatta yakalayamadığımız ne çok şey var... Çocukken yakalayamadıklarımıza güler geçerdik. Şimdi ise yakalanamayan herşeyin ardından bazen sessizce bazen hıçkırıklarla ağlıyoruz. Büyüdükçe hayatın ne kadar zorlu olduğunu, büyüdükçe hataların ne kadar telafisiz olduğunu, her geçen günün biraz daha acı olduğunu, öğreniyoruz... Şimdilerde ise hayatımız geçen acı günleri saymakla geçiyor. Oysa çocukluğumda duymuştum bu sözü de gülmüştüm. Hayat işte güldüğün söze bazen ağlatabiliyor. Çocukluğumuzda idi mutluluğumuz, heyecanlarımız, korkularımız. Küçükken karanlıktan çok korkardık her çocuk gibi, o zamandan bu zamana değişmeyen tek şey karanlıkta ağlamalarımız. Küçükken korkudan, büyükken kimse görmesin diye...