Pazar yazıları…
Levent ÖZADAM
Bir bahar ki özlediğim, hiç yaşamadığım, içime çekmediğim o kokusuna hasret günlerce gecelerce beklediğim…
Sevmenin acısına sevdalı her yanık yüreğin yaşadığı, o çıplak ağaçlarının altında hışırtılarla yürürken bitmeyecek gibi gelen, rüzgârının damarlara yağmurunun camlara sindiği, aslında huzurlu bir hüzün veren, adının ise sanki ümit vermek ister gibi yazıldığı…
Ey ayaklarıma dolanan hep yaşadığım mevsim… Sonbahar… Belki hep ardını beklediğimden senle mutlu olamadım belki sana doyamadığımdan ardın gelmedi, kim bilir…
Baharın bir Akdeniz akşamındayım şuan, eteklerim saçlarım savruluyor, gözlerimi kapadım. Denizin kokusu tenimde dağılıyor.
Derinlerime iniyor düşüncelerim bi gör hiç canım yanmıyor. Sevdamı yanıma alıyorum, elini iki elimin arasına, bakışları baktığım ufka bakıyor…
Hayalleri hayallerim. Ne geçtiğimiz yollar karanlık, ne bastığımız yerlerde yaprak hışırtısı var nede bir mani(?)
Duyuyor musun şu sarhoş müziği. Geçmez sandığımız kalan acıları hırsla gömüyor.
Farkında mısın bana sadece sevdam kaldı, yalnız benimle sevdam masada, sevdam benle kaldı ben yalnız.
Ah bu Akdeniz akşamında efkârımla ben öldüm yalnızlığımdan. Ya unutamadım ya dayanamadım, ya sevemedim ya kavuşamadım. Durmayı bilemeden koşmayı beceremeden. Kalmakla veriyorum ömrüme hesabımı, gidenlerin ardından.
Ey sonbahar düşmedim belki dizlerimin üzerine ama inan sendeliyorum.
Ey yalnızlığım hem beni ben yaptın hem beni en çok sen yıprattın. Verdiklerinle de aldıklarınla da canın sağ olsun…
Ey bitmeyen mevsimim gizli bir bildiğim var elbet, ben en çok sana sevdalıyım, senin o bildik yalnızlık kokuna, gözüm dalmadan uzaklara geçen günlerini çizmeden odamın duvarlarına ben nasıl boyanırım sevdaya.
Ey bahar hasretin olmasa sarhoş mu olur tınılar, senin özleminde olmasa efkârım beni öldürür…
Çivi ve genç çocuk…
Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. "Arkadaşların ile tartışıp kavga ettiğin zaman her sefer bu tahta perdeye bir çivi çak" demiş.
Genç, birinci günde tahta perdeye 37 çivi çakmış. Sonraki haftalarda kendi kendine kontrol etmeye çalışmış ve geçen her günde daha az çivi çakmış.
Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahta perdenin önüne götürmüş.
Gence "bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahta perdelerden bir çivi çıkart " demiş.
Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası ona "aferin iyi davrandın ama bu tahta perdeye dikkatli bak. Artık çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak" demiş.
Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara bırakır. Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin ama bu delik aynen kalacak kapanmayacak. Bir arkadaş ender bir mücevher gibidir. Seni güldürür yüreklendirir sen ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur seni dinler sana yüreğini açar" demiş.
Emanet sandık…
Tanrı bir gün peygamberin birine bir sandık hediye eder ve der ki ;
- Bu sandığı sana emanet ediyorum ama sakın ola ki içini açıp bakmayasın...
Tamam der peygamber.. Aradan zaman geçer ve peygamberi bir merak sarar acaba
sandıkta ne vardır? İçi içini kemirmektedir. Sonunda dayanamaz ve sandığı
azıcık aralayıp içine göz atar ama sandığı aralar aralamaz içinden bir sarı
güvercin ve bir mavi güvercin uçuverir. Peygamber son hamleyle sandığı
kapatır ve içinde tek bir beyaz güvercin kalır...
Ve Tanrı yanına gelir, peygamber işlediği günahın farkındadır, mahcuptur…
Tanrı şöyle seslenir; Kaçırdığın o sarı güvercin insanoğlu için sonsuza dek
yaşamdı yani "ÖLÜMSÜZLÜK"tü.
Kaçırdığın o mavi güvercin sonsuza dek mutluluk yani "BARIŞ"tı. Peki der Peygamber içinde kalan beyaz olanı nedir?
Tanrı cevap verir..
- O da sonsuza dek "UMUT" tur.
"Umutlarınızın uçup gitmemesi dileğiyle...."
Yorumlar