2008 yılındaki ekonomik kriz milyonlarca insanın elinden mevduatlarını, mülkleri yani tüm birikimlerini aldı. Finans kapitalizmine ve buna bağlı olarak derecelendirme kuruluşlarının verdiği yüksek notlara inanan yatırımcılar, kendilerini büyük bir tuzağın içinde buldular.
1998 ve 2000 yıllarında özellikle Avrupa’da hızlı bir şekilde özelleştirmeler gündeme geldi. Hükümetler, kendilerinden talep edilen bu uygulamayı tereddüt etmelerine rağmen kabul ettiler. Bu ülkelerin arasında Portekiz, Polonya, İsveç, İzlanda, Fransa, Avusturalya, Avusturya, Danimarka, İspanya, Almanya, İtalya ve Yunanistan’ı sayabiliriz.
Özerkliğini eline alan bankaların, devlet denetim sisteminde de boşluklar yakalamasıyla kitle imha silahı olan atom bombası etkisinde izler bırakabilmesi mümkündü. 2008 yılında İzlanda’daki kriz öncesinde zengin insanlar doğdu. Bu kişiler, çok yüklü krediler kullanmış ve başka ülkelerde yatırım yapabilmişlerdi. Özel bankalar ise, bu kredileri karşılayabilmek için mevduat sahiplerine, yatırım bankaları ortaklığıyla kullandırdıkları kredileri menkul kıymetlere çevirip bu CDO’ları mevduat sahiplerine ve yatırımcılara önerdiler. Bu öneriler risk içeren fakat getirleri daha yüksek fonları kapsıyordu ve insanlar daha fazla kazanabilmek için yatırımlarını buralara aktarmaya başladı.
Bu sayede bankalar da verdikleri yüksek kredilerin riskini fon sahiplerine dağıtabilmişti. Bankaların uyguladığı bu sistem kendini haklı çıkardı; verdikleri krediler ödenmedi! Fon sahipleri bugüne kadar yaptıkları tasarrufların tamamını kaybetti, üretim durdu, neredeyse herkes işsiz kaldı ve İzlanda battı.
Yunanistan, İspanya, İtalya, Portekiz, Fransa bankalarının bugün yaşadıkları temel sıkıntı da birbirlerini kurtarabilmek için birbirlerinden fonlar alarak birbirlerine borçlanmasıdır. Bu fonların içinde ABD türev fonları da mevcuttur. Fakat birbirlerinin borcunu ötelemeye çalıştıkça, aslında bu ülkeler ABD’yi kurtarıyor ya da borçlarını erteliyorlar.
1999 yılında üçlü koalisyon hükümeti Kemal Derviş’i Türkiye’ye davet etti ve kendisine tam yetki vererek özelleştirilecek bankalar ile bankacılık sistemi hakkında çalışma yapması için yetkilendirdi. Kemal Derviş’in yoğun çalışmalarıyla BDDK yeniden yapılandı ve güçlendi. Hükümet de regülasyondan vazgeçmedi, Devlet denetimi bankaların üzerinden hiç eksik etmedi. Bu sayede sistem zombileşmedi.
Bankalar kendi işlerini yaptığında, yatırım bankaları kapatıldığında yahut derecelendirme kuruluşları fon veya şirketler için gerçek notu verebildiğinde ekonomik krizleri engellemiş olabileceğiz. O güne kadar geçici çözümlerle sadece krizi erteleyebiliriz.
Asıl soru şu: Krizi daha ne kadar erteleyebileceğiz?