SELÇUK MARUFLU MÜLKİYE 1962 MEZUNU Ben nerede ise her yıl 4 Aralık Mülkiye günü dolayısı ile Mülkiye hakkında yazılar yazdım. Mülkiyenin tarihini, nasıl kurulduğunu, mülkiyelilerin devlet için, laik demokratik cumhuriyet, Atatürk ilke ve inkılapları için yaptıkları fedakarlıkları dile getirdim. Bu yıl mülkiye gününde bazı hatıralara yer vereceğim. Mülkiyeye girdik, bizim sınıfta, ilk defa 30'un üzerinde kız arkadaşımız var. Bilindiği gibi uzun yıllar, mülkiyeye kız öğrenci alınmamış, daha sonra her yıl artan miktarda kızlar girer olmuştu. Büyük sınıflar, sütunlu salonda, yeni giren kız arkadaşlarımızı görmek için ayak atıyorlardı! Sene ilerledi, aylar, partiler derken bazı arkadaşlar kız arkadaşlarımızla çıktı ve "bu böyle olmaz, ben sizin bildiğiniz erkeklerden değilim" diyerek işi resmiyete döktü, nişanlandı. Nişanlanınca, ataerkil aile reisi, Ayla'nın babası, kızı derhal İzmir'e geri çağırdı. Ayla, Özkan uğruna mülkiyeyi bıraktı. Ankara'da rahatça Ayla ile gezip, tozan Özkan resmi nişan olunca, Ayla'yı göremez oldu. Elden, ayaktan, yemekten, içmekten kesildi. Sütunlu salonun üzerindeki merdivenlerde yurdun, forum meydanında çok güzel çaldığı akordionu ile reis Özkan hüzünlü şarkılar terennüm ederdi. En çok söylediği ise, "Ağaçlardan dökülen kuru yaprak misali, gözlerimin önünden gitmiyor nazlı yarin cemali, gurbet gurbet" diye bağırır yeri göğü inletir, oldu. Reis tatillerde, hafta sonlarında İzmir'e gitse, Ayla'nın babası kızı Özkan'la dışarı yollamıyor, "getir diplomayı al kızı" diyor. Ayla'ya kavuşmak için bir an önce mülkiyeyi bitirip, diplomayı almak azmi Özkan'ı bir anda sınıfın en çalışkan öğrencisi yaptı. İkinci sınıfta, İdare Hukuku (Sözlü) imtihanındayız. İdari İlimler Enstitüsünde yapılan imtihanda ortada Hoca-ı Azam Prof. Tahsin Bekir Balta oturuyor. Sağında Prof. Dr. Şeref Gözübüyük, solunda Prof. Dr. Metin Kıratlı ve asistan Sıtkı ve diğer asistanlar. İçeriye giren bu heybetli tablo ile karşılaşıyor. Özkan içeri giriyor. Herkese üç soru soruluyor, sorular zor. Esasen, Tahsin Bekir Hoca'nın kendi teksirleri 1000 sahife, idari kaza 500 sahife bir de Hoca, Aziz arkadaşı Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami'nin meşhur 1750 sahifelik İdare Hukuku kitabından soruyor. Onu da okumak mecburiyetindeyiz. Özkan birinci soruyu anlatıyor, Hoca "geç ikinciye" diyor, onu da anlatıyor, "geç üçüncüye" diyor. Özkan kem küm edince, "çik, yaz Sitki" diyor. Özkan kan ter içinde imtihan odasından çıkıyor. Girecek olan arkadaşlar Reis Özkan'ın etrafını sarıyor, "Özkan ne oldu, ne oldu" diyorlar. Reis Özkan, "Vallahi çıkarken Hoca bir şey söyledi ya, yaz Sitki sifir dedi veya ha s....tir, dedi. Abi ben razıyım. Hoca en ağır küfürü etsin, bir an önce evleneceğim, yeter ki sıfır olmasın. Neticede; Özkan'ın notu sıfır çıktı ve ikmale kaldı. Bizim sınıfın mülkiye partileri meşhurdu. Gene böyle kızlı-erkekli bir partide kızların yapacakları işler konuşulur, kızlar biz de erkekler gibi her işi yaparız, pilot bile oluruz derler. Gruptan bir arkadaşımız kızlara dönerek, tama erkeklerle birlikte her işi yapıyorsunuz da, bir meslek söyleyeceğim bakalım onu yapan var mı der. Kızlar merakla beklerler. Arkadaşımız "neden hiç hanımlardan sünnetçi olmuyor" der. Kızların bulunduğu gruptan, bir arkadaşımız atılır. Cevaben "biz enayi miyiz, bindiğimiz dalı keselim" der... Bizim sınıfın en renkli simalarından biri olan kelle (İlhan Karadeniz) yaz tatilinde, Adapazarı'nda, babasının ticarethanesindedir. Adapazarı'na Fransız turistleri gelir. Bir şeyler söylüyorlar, kimse anlamayınca, "yahu İlhan mülkiyeli, lisan bilir onu bulun" derler. Kelle gelir ve "Do You Speak English" der. Fransızlar, "No" derler. Bu sefer, Kelle bildiği yegane cümle olan "Parle Vou Française" der, Fransızlar sevinçle "Qui" derler. Kelle başını sallar, "Tamam da, onu da ben bilmiyorum" der. Bir gün, Y.Gürel bir kızla tanışır. Yanında K.Selahattin vardır. Gürel, kıza pazar günü sinemaya gidelim, ancak iki kız arkadaşını daha getir, zira Selahattin ve Selçuk da (Maruflu), (Fo Fo) değil, var der. Gürel'in kızı "tamam" der, ama kızın başka kız getireceğinden, yalak Gürel, pek emin değildir! Pazar günü Gürel, Selahattin ve Selçuk, Bahçelievler Renkli Sinemaya giderler. Cafede oturup, kızları beklemeye başlarlar. Selçuk sıkılır ve "ben şimdi burada bakimiyim" der. Gürel; uzaktan gelmekte olan sadece iki kızı görerek "Şimdilik bakisin, ancak biraz sonra fuzuli olacaksın" der. Ankara'da, Bulgaristan'la milli maç vardır. Mülkiyeden bir grup maç için 19 Mayıs Stadı'nın yolunu tutar. Ulus'ta Merkez Bankası'nın yanındaki çarşıdan geçer, Daver, Kel Mete, Metin Dikeneli, Köfte Birol, C.Selçuk, Kelle, Rahmetli Uğur İnan, Sandık kafa Irmak'ı, bir tuhafiyeci dükanındaki adam durdurur. "Hepiniz gelin buraya girin dükkana der, Tüllabi dükkana sokar, hepsine zorla birer çorap satar..." İstatistikten spor salonunda yazılı imtahana giriyoruz. Hocamız Prof. Şefik İnan, o sırada bir haber yayılır. Amerika'da bulunan Dr. Atilla Karaosmanoğlu dönmüş. İmtihanlara girip, milleti çaktırıyormuş. Atilla Bey'i kimse tanımıyor. İmtihanda çok genç birisi sıra aralarında dolaşıyor. Tüllap, "kim bu yahu" diye birbirine sorar. Birisi; "Şefik Hoca'nın oğluymuş" der. Sıralar arasında dolaşırken, Maksi Engin, Atilla Bey'e "Hop Reis bak ulan buraya, attır bir kağıt kağıdım bitti" der. Mülkiyede akşam yemeğinden sonra genelde 3. kata sınıflara çıkılır ve ders çalışılır. Gene bir gece, III. İdare Şubede çalışırken, içeriye birisi girer. Hafif saçları kırlaşmış, asil duruşlu, güler yüzlü biridir. İlk defa bu sınıfa gelir. Tüllap, "kim ulan bu" der. Oradan birisi "yahu bu herhalde eski mezunlardan birisi, müfettişlik imtihanına çalışıyor" der. Fakat dershanede gürültü fazlalaşmıştır. Adı Erdoğan Oyal (sonra hariciyeci oldu) olan bu genç ayağa kalkar, gayet ciddi şekilde "Eğer görültü devam ederse burayı terk edip, dışarıya çıkacağım" der. Bizden, 2 sınıf küçük olan bu muzip arkadaşımızı da, ne yazık ki genç yaşta kaybettik. Allah rahmet etsin... Gene aynı dershanelerden birinde, bir gece Tüllab'ın sululuğu üzerindedir. Pimi çekince yere paralel giden bir maytap getirirler. Urfalı Kadir Güzeloğlu arkadaşımız da sınıfta ders çalışmaktadır. Maytapı ateşlerler, maytap Kadir Bey'in üstüne doğru gider. Kadir Bey sıranın üstüne çıkarak maytaba "ulan dur be lo" der. O günden beri Kadir Bey'in adı "Lo Kadir" kaldı. O zamanlar Konya Valisi olan Karatekin'in ikiz ve her bakımdan birbirinin benzeri olan iki oğlu mülkiyeye girmiştir. Tüllap, Maksi Engin ve Daver İkiz çocukları bir sınıfta, bir kantinde bir tuvalette görür. Maksi, "Abu bu ne hayal mi görüyorum, aklım gülveren" oldu, der. Bu anılar benim aklıma bu satırları yazarken gelenler. Mülkiye öyle müstesna, güzide bir ocaktır ki, onu mülkiyeli olmayanlar anlayamazlar. Her anı hiç bitmesin dediğimiz hatıralarla dolu yıllar, o kadar çok hatıra var ki. İşte bu nedenle her sınıf gibi bizim sınıf da bakanlar, milletvekilleri, valiler, mülki idare amirleri, büyükelçiler çıkardı. Bunlar yüce devlet görevlerini ciddiyet ve sorumlulukla üstelendiler. Fakat sınıf toplantılarında bir araya gelen bu üst düzeyli adamlar (benim mülkiyeli arkadaşlarım) hele yıllar yılı "Kral Oidipust'u" oynarken nasıl çocuklaşırlar, (çocuklaşırız) nasıl şakalaşırlar, (şakalaşırız) görmeye değer. Bunun nedeni, mülkiyede geçen, bir daha yaşanmayacak güzel yılların anılarında ve özleminde saklıdır. Sevgili ocağımız, Mülkiyenin 147. yıldönümü tüm mülkiyelilere kutlu olsun. Önemli ve Tek Not: Okulumuzun maalesef taklitleri çıktığından, okulumuzun adına "Mülkiye" diyecek ve artık hep (MM) rozetleri takacağız.