Mektebi Mülkiye’de okumak, herkese nasip olmayan eşsiz bir imtiyazdır. Bizler çok zor olan giriş imtihanını kazanarak, Mülkiye’ye girdik, Mülkiyeli olduk. Bizim Mülkiye’ye girdiğimiz yıllarda, sadece 110 kişi Mülkiye’ye girebiliyordu. Mülkiye’de bitmesini istemediğimiz, unutulmaz yıllar yaşadık. Arkadaşlıklar, aşklar, olaylar, aykırı fikirler, kültür ve sanat faaliyetleri, dersler, birbirinden değerli hocalarımız... Her şeyi, dün gibi gözlerimi kapatınca yaşıyorum... 

Ben yurt dışında olduğum yıllar haricinde, Mülkiye’nin kuruluş günü olan 4 Aralık’ta yazı yazdım. Bu yılki yazımda, her yıl sonu özlemle beklediğimiz “İnek Bayramından” söz edeceğim. İnek, Mülkiye’de çalışkan Mülkiyelilere verilen bir sıfattır. Mayıs ayı sonlarında düzenlenen İnek Bayramı’nda, fermanların okunması, ateş başı sohbetleri, futbol turnuvası, müzik, balo kazganın dağıtımı, türlü, çeşitli sulukların yanı sıra bir İnek temin edilir, süslenir, Mülkiyeli talebe inekler, Cebeci’den başlayarak, Kızılay’a kadar ineği çekerek tüm Mülkiyeliler kortej yürüyüşünü gerçekleştirirler. Mülkiye bayrakları, flamalar, Türk bayrağımız ve Atatürk resimleri iftiharla, ellerimizderdir. Gece tüm Mülkiyelilerin, Mülkiye’den mezun devlet büyüklerinin, Cumhurbaşkanlarının, Başbakan ve Bakanların eşleri ile birlikte katıldıkları, muhteşem balo yapılır, Mülkiye Günü tesid edilir... 


Bizim mezuniyet yılımızda, yukarıdaki faaliyetlere ek olarak, değişik bir etkinlik düşündük. Sophokles’in ünlü eseri  “Kral Oidipus’u” Mülkiye’ye uyarlayarak, Ankara 3.Tiyatro’da oynadık. Temsilden önce benim Prof. Hikmet Uluğbay’ın, Asistan, Maxi Engin’in de öğrenci olduğu bir pantomim yaptık. Temsilde ağabeyimiz Akgün Han Kıcıman (B.Elçi) Oidipus rolünü oynamıştı. Sınıf arkadaşlarım Engin (Maxi) Daver, Dr. Birol (Köfte), Gürel, Demirali, Alpay, Ucar, Emre, Güray, Kasvet Ayhan, Kerami, Alaaddin, ben baş oyunculardık. Rahmetli İçen Börtücene ağabeyimiz, reji ve giyim, kuşam, makyaj işini büyük bir ustalıkla yapmıştı. Üstatlarımız, Yılmaz Mazlumoğlu, Timuçin Yekta, Mürteza (Gürol Gökçe) temsilde rol aldılar. 3. Tiyatroda, bir tek yer kalmamış, Tüllap ayakta izlemişti. Mülkiye’ye bir tembellik, miskinlik, ariz olmuştu, oyunda bunun sebebi araştırılıyordu. Ancak hocalarımız ile ilgili espriler, yatakhane sohbetleri, kızlara, ayak atmalar, sütunlu salon anıları, frikikçiler, aşklar, çaylar, hepsi hepsi ustalıkla, sıkmadan temsile yerleştirilmişti. Bizler, çarşaflara sarılmış, makyajlı komik yüzlerle seyircilerin arasından geçerek, sahneye yürüdük... Kral Oidipus’tun (Akgün Ağabey’in) gür sesi duyuldu. “Ey Mektebi Mülkiye’nin genç evlatları... Hazan yaprakları gibi, sarayımın önüne neden döküldünüz... Neden diz çöktünüz...” Biz koro olarak “Üssü Mizan, Üssü Mizan, Çaktık, Çaktık” diye haykırdık.. Bu şekilde başlayan oyun, anlamlı, hicivler, fıkralar, yansıtmalarla, gırgırlarla, esprilerle iki saat sürdü... Sonunda Mülkiye’yi bu duruma düşüren sorumlu bulundu. Sınıfımızın maskotu, tüm Mülkiye’nin sevgilisi, Kırmızı Bülent (Allah’ın rahmeti hep üzerinden olsun. Işıklar içinde diğer kaybettiğimiz Mülkiyeli arkadaşlarımızla birlikte uyusunlar.) Sorumlu bulununca, koro bir ağızdan “Artık, suçlu sensin, Ey Kırmızı Stopus, bu haziranda sınıfta kalacaksın (Gerçekten, Bülent Haziran’da geçemedi, Eylül’e (Kavuncu) denirdi) kaldı... Koro devamla “Üssü Mizan, 4 olsun, 3 olsun, 2 olsun, 1 olsun, isterse 0 olsun, bizim gibi, İnekler... Yine çakar, yine çakar...” Bu son söylem, Aida Operası’nın müziği ile söyleniyordu. Salondan alkıştan yıkılıyordu. Dekanımız, Sevgili/Rahmetli Bedros (Prof. Dr. Bedri Gürsoy) kulise gelerek, bizleri kutladı... Bu oyun, bizim mezuniyetimizi unutulmaz yapmıştı. Daha sonra yaptığımız sınıf toplantılarında, bizim, Oidipus’u güncelleyerek, ülkenin koşullarına uyarlayarak, devamlı oynadık. Abant toplantısında oynanan yeni Oidipus’u ben yazmıştım. En sonda mezuniyetimizin 50 yılında, Mülkiye’de, Hocaların (Ne yazık ki, bizim zamanımızdan hoca kalmamıştı, (Allah rahmet etsin)), Mülkiye’de okuyan, Mülkiyeli kardeşlerimizin huzurunda bir kez daha oynadık. Pek çoğu bizim mezuniyetimizden, yıllarca sonra doğan, genç Mülkiyeliler, bizleri önce hayretle, sonra heyecanla izlediler, bizi ayakta alkışladılar. Öyle ya aramızdaki Bakanlar, Müsteşarlar, Genel Müdürler, Valiler, Kaymakamlar, Büyükelçiler, arkadaşlarımız, çocuklaşmış, tiyatro yapıyorlardı... Biz, ilk oyunumuzu oynarken, gizli hazırlıklar, provalar yapmıştık. Mülkiye yemekhanesinde, el ayak çekildikten sonra çalıştık. Önemli olan başta Bülent olmak üzere, kimse duymamalıydı. Temsil sürpriz olmalıydı. İnek Bayramlarında, neşredilen Mülkiye’nin simgesi “Kazgan” Dergisi de itina ila hazırlanırdı. Şimdi var mı?... Acaba bize mi öyle geliyor, bizim zamanımızda Mülkiye bir başka idi... 

Bazen Ankara’ya gittiğim de Mülkiye’ye uğrarım. Duvarlar, şimdi dershane olan, bizim yatakhaneler, hala duran sütunlu salon, beni anılar denizine götürür, konuşurlar... Adeta o unutulmaz Mülkiye günlerini yaşarım.. Belki bu yazım ile bize yakın dönemlerdeki, Mülkiyeliler de eski hatıralara kendi günlerinin anılarına dalacaklardır. Türkiye’nin gururu, en güçlü kuruluşu, sevgili Ocağımız, Mektebi Mülkiye’yi Şahaneye, daha nice yıllar dilerim...