12 Eylül 2010 tarihinde yapılan halkoylaması üzerine yazdığımız bir yazıdan sonra, referandum neticesinde en fazla tartışılan MHP olduğu için, “MHP üzerine derinlemesine bir tahlil” serlevhalı iki yazı yazdım. Eski Ülkücü dedikleri, -benim, kadîm ülkücüler dediğim- kadîm dostlarımdan ve hâlen MHP teşkilatının önemli mevkiîlerinde bulunan aziz dostlarımdan çok sıcak ve mültefitkâr mesaflar aldım. Burada gösterdikleri yakın alaka dolaysiyle hepsine teşekkürü borç bilirim. Benim yaptığım, bilinenleri bir kere daha tesbitten ibarettir. Merhûm Başbuğ, Alparslan Türkeş, 1970’li yılların başında partiye tamamen hâkim olduktan sonra, partiyi Türk-İslâm Sentezi mihverine oturtmak için önemli adımlar atmıştı. Bu cümleden olmak üzere, Türkiye’nin en büyük vilâyeti İstanbul’da, eski bir Kur’ân Kursu Muallimi, Sultanhamam’ın en i’tibarlı tacirlerinden Merhum Recep Haşatlı’yı İl Başkanı olarak ta’yin etti. Merhum Recep Haşatlı, parti adına İstanbul’daki bütün manevî dinamiklerin muharrik güçleriyle temas kurdu. Parti adına verdiği iftar dâ’vetlerine, bütün camia ve cemaatler tereddütsüz katıldılar. Husûsiyle İstanbul’da başka partilerin militan üyeleri bile MHP’ye, Milliyetçi Harekete çok büyük bir sempatiyle bakmaya başladılar. Şahsım ve mensubu olmakla dâima iftihar ettiğim camiam adına konuşmam gerekirse, Merhûm Türkeş, İstanbul’a her teşriflerinde, arıyor ya bizi ziyaret için randevu istiyor ya da nâzikâne bir şekilde vasıta gönderiyor, bizleri İl Başkanlığı’na müzâkere da’vet ediyor, yemek yiyiyoruz, memleketimizin önemli mes’elelerini müzâkere ediyor, görüşlerinden, fikirlerinden, engin tecrübelerinden istifade ediyor, düşüncelerimizi kendisine aktarma fırsatı buluyorduk. Zaman zaman “Sizin gazeteniz Bâb-ıâlî de SABAH, bizim için, bizim partimiz için, kendi neşir organımız olan Hergün Gazetesi’nden daha faydalı oluyor,” diye iltifatta bulunuyordu. Ankara’ya her gittiğimizde, Parti Genel Merkezi’nde ya da Başbakan Yardımcısı olduğu dönemlerde, Başbakanlık’ta mutlaka kendisini ziyaret eder, görüşlerimizi aktarır, görüşlerini alır dönerdik. Bu temaslar, kesintisiz 12 Eylül 1980 Darbe-i Hükûmeti’ne kadar devam etti. Türk Siyâsi Hayatı’nın bu en krizli zamanı, daha büyük felaketlerle neticelenmemişse, bunda Merhûm Alparslan Türkeş’in rolü büyüktür, gelecek nesiller bu rolü, bu hizmeti elbette takdirle yâd edeceklerdir. Yukarıda kısaca izah etmeye çalıştığım, çalışmalar ve temaslar, MHP’yi, Türkiye’nin, Milliyetçi-Muhafazakâr Cenah’ın, vazgeçilmez muvazene unsuru partisini haline getirmişti. Türk Milleti, MHP Lideri Merhûm Alparslan Türkeş’e o kadar güvenmişti ki, 12 Eylül Darbe-i Hükûmetinden sonra, diğer parti liderleri gibi Merhûm Alparslan Türkeş ve çalışma arkadaşları da tevkîf edilince, İhtilâl İdaresi’nin müsbet manadaki faaliyetleri için, bu müsbet faaliyetler MHP’ye hamledilerek, “Kendileri hapishanelerde fakat fikir ve görüşleri iktidarda” denilmişti. Merhûm Alparslan Türkeş sonrası MHP: Merhûm Alparslan Türkeş ve yakın çalışma arkadaşlarının Türk Milleti nezdinde partiye kazandırdıkları i’tibarla, 1999 seçimlerinde MHP çok az bir farkla ikinci parti olmuştu. Seçimler sonrasında DSP Lideri Bülent Ecevit’in Başbakanlığı’nda, Anavatan Partisi’nin de katılımı ile kurulan bu hükûmet döneminde, Cumhurbaşkanı seçiminde Apo’nun idamının engellemesinde Türk Milleti’nin aslâ tasvip etmediği fâhiş hatalar yapıldı. Bu koalisyonun ikinci büyük ortağı olarak MHP de bu fahiş hatalar dolaysiyle sorumlu tutuldu. Bir sonraki seçimde ya tek başına iktidar, hiç değilse kurulması muhtemel bir koalisyonda başrolde olması beklenen MHP, 03 Kasım 2002 seçimlerinde maalesef barajın altında kalarak, 1969 yılından i’tibâren tarihinde ilk def’a olarak, Parlamentoya milletvekili sokamaz bir duruma düşürülmüştür. MHP’nin Günümüzdeki Sıkıntıları: 2003-2007 arasında MHP, Parlamento dışı kalmıştı. Bu müddet zarfında Parlamento’da sadece iki partinin bulunması ve MHP gibi tarihi boyunca muvazene unsuru bir partinin TBMM’sinde olmayışı, memleketimizi çok ciddî sıkıntılara ma’ruz bırakmıştır. 2007’inin Nisan ayında TBMM’sinde Cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında ve Anayasa Mahkemesi’nin 367 karar garabetinde bu sıkıntılar iyice su yüzüne çıkmıştır. 1950’den i’tibâren, hiç şaşmayan ölçüleriyle Aziz Milletimiz bu sıkıntıyı sezmiş ve MHP’ye azımsanmayacak bir destek vererek güçlü bir grupla Parlamento’ya yeniden sokmuştur. Ne var ki, 22 Temmuz 2007 Milletvekili Umûmî Seçimlerine gidilirken, MHP’de ülkücü hareketin çilesini çekenler, parti teşkilatında ve milletvekilliği listelerinde bertaraf edilmişler, davadan habersiz, dava’nın çilesini çekmek şöyle dursun, daha önceleri bu davanın tam karşısında durmuş olanlar bile listelere dahil edilmişlerdir. Teşkilatı bilmiyorum, fakat partinin TBMM’si grubuna bir baktığımızda, emekli generaller, eski monşerler, başka partilerde uzun süre siyâset yapmış, artık o partilerde veya o partinin devamı olan partilerde kendisine yer bulamayanlar, imtihanları kazandıkları, tâlip oldukları işin ehli oldukları halde, sırf ülkücü camiadan oldukları için, bunları bankasına almayan, aldırmayan banka umum müdürleri ve de siyâsî “Mirasyediler”... Beş yıla yakîn bir müddet, Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan ile beraber çalışan ve Dışişleri Bakanlığı’nda resmî-gayr-i resmî olarak birinci adam olarak devletimizin hariciye ile alakalı bütün sırlarına vâkıf olarak çalışan, 2007’de MHP’den milletvekili seçilen A.Deniz Bölükbaşı, bilindiği gibi Merhûm Osman Bölükbaşı’nın oğludur. Deniz Bölükbaşı, birinci dereceden sorumlu olduğu sırları, sırf siyâsî saiklerle ve geçmişte uyum içinde çalıştığı insanları zor durumda bırakmak için ifşa edince ciddî olarak kınanmıştır. Referandumdan sonraki tartışmalarda, ayağı yere sağlam basan bir ülkücü ile lüzumsuz, yersiz girdiği bir tartışmada hacîl duruma düşmüştür. MHP milletvekillerinden Tuğrul Türkeş, bilindiği gibi Merhûm Başbuğ Alparslan Türkeş’in oğludur. Devlet Bahçeli karşısında genel başkanlığa adaylığını koymuşsa da, hazırlıksız ve biraz da basiretsiz yakalandığı için Genel Başkanlığı kaybetmiş ve bu durum MHP’nin kırılma nokrtalarından birisini teşkil etmiştir. 2007’de düz bir milletvekili olarak Devlet Bahçeli’nin emrinde çalışmayı içine sindirmişti. Kendileri, Avrupa Konseyi Türk grubunun üyesidir, hâlen Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığı koltuğunda olan Mevlüt Çavuşoğlu’nun seçimi sırasında, bir oy’un bile altın değerinde olduğu bir komitenin oylaması sırasında, dışarı çıkmış Mevlüt Çavuşoğlu’nun ısrarlı aramalarına rağmen dönüp rey kullanmamıştır. Demem o dur ki, gerek A.Deniz Bölükbaşı, gerekse Tuğrul Türkeş hiç de babalarına lâyık birer evlad olamadılar. Bir Türk Parlamenter’inin Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’ne başkan seçilebileceği haberi bile Merhûm Alparslan Türkeş’i mes’ud ve bahtiyar etmeye yeterdi. Eskiler, “Hayrû’l-Halef” derdiler. Babasının yerine geçen ve o yeri dolduran çocuklarına “Halef” denilirdi. Anadolu’da pek çok dükkanın adı, “Falanca’nın Halefi” veya “Falancanın Halef’leri” gibi. Ne yazık ki, ne Sayın A.Deniz Bölükbaşı ve ne de Tuğrul Türkeş, babalarına lâyık birer “Halef” oldular. Dense dense bunlar “Half” olabilirler. “Halef” ile “Half” arasındaki farkı da bilenler bilmeyenlere söylesinler... Demem o dur ki, MHP gibi geçmişte olduğu gibi günümüzde de bir muvazene unsuru olan bir partiye Türkiye’nin ihtiyacı vardır. Ancak MHP kendisini, Aziz Milletimizin, ebed-müddet sahip olduğu manevî değerleri ve hasletleriyle uyuşmayan unsurlardan arındırmalı, 2011 yılının Haziran ortalarında yapılması beklenen seçimlere iyi gününde de, kötü gününde de sadakatini ispat etmiş dâvanın öz evladından olanlarla gidilmesinde sayısız faydalar vardır. MHP geçmişte dâimâ Türk Siyâsî Hayatı’nın muharrik gücü olmuştur, bundan sonra da öyle olmalıdır. MHP hiçbir zaman başkalarının lokomotifine bağlanan herhangi bir vagon olmamıştır, bundan sonra da olmamalıdır. Siyâseten en güçlü olduğu bir dönemde en azından “Vagon” görüntüsü verdiği için baraj altı kalmıştır. Bir daha aslâ böyle bir duruma düşmemelidir, düşmeyecektir...