KUYUNUN DİBİNE KENDİNİ ASAN ADAM! Rahmetli Necip Fazıl bir şiirinde; “Yükseldik sanıyorlar alçaldıkça tabana” der. Bu biraz bana şartların ya arkadan itelediği veya yakasından çekip ummadığı bir yere oturttuğu kişileri çağrıştırır. Böylesi kişilere o koltuk çarpıp adamın aklını başından aldıktan bir müddet sonra kişi şoktan çıkmaya başlar. İlk yaptığı şey koltuğa mıhlanmaktır. En büyük korkusu ise onu kaybetmek. Hareketlerindeki donukluk yüzündeki abusluk bundandır. İlk bakışta şans gibi gözüken bu durum giderek bu talihsiz talihliye zor günler yaşatmaya başlar. Düşünün bir kere altında kocaman bir makam koltuğu, başında bu makama ait epey bir baskı yapacak ağırlıkta alamet-i farikalar, bunları gece gündüz yirmi dört saat taşıyacaksınız. İşte insanın hareketlerini robotlaştıran sesini metalikleştiren şey budur. Artık insan cism-i canını maddi olan şeylerle değiştirmiş demektir. Ondan manaya dair bir şey beklemek muhaldir. İşte bu haldeki insanlar, yani makama hak ederek değil itelenerek veya çekilerek gelenler, kör bir kuyunun dibinde asırlara mahkûm edilmiş insanın ruh haline bürünürler. Bunlarda ne zaman makam endişesi baş gösterse, bakışları yılan bakışına, yüzleri avına saldıracak sırtlan suratına döner. Bu gibilerin son çaresi kendilerini kuyunun dibine asmaktır. Nasıl mı? Kuyuyu ters çevirerek… MÜDÜR BEN SENİ BİR ADAM SANIRDIM! Yıllar önceydi yönetiminde bulunduğum tatil merkezine Avusturya Devleti’nin en üst düzey yöneticilerinin eşleri gelmişlerdi. Tevazuları, üstün temsil kabiliyetleri ve edepleriyle halen aklımdadırlar. Kendi istekleri üzerine tatil köyünde onlara herhangi bir müşteri gibi hizmet ediliyordu. Özellikle koruma istememişlerdi. Ancak jandarmamız ve polisimiz müşterek bir çalışma ile onlara hiç hissettirmeden ciddi tedbirler aldılar. Tesisten ayrılmalarına iki gün kala bu özel gurubun rehberine şirket yönetiminin bir akşam yemeği ikram etmek arzusunu ilettik. Kısa bir süre sonra memnuniyetle kabul edildiği haberi geldi. Gerekli hazırlıklar titizlikle ikmal edilerek gerçek bir ziyafet sofrası hazırlandı. Servisin yönetimine İngilizce meslek dili mükemmel, Türkçeyi tam bir Karslı olarak konuşan “Şef Kemal’i” getirdik. Kendisine öz güveni son derece yüksek inadına şivesini konuşan o bakımdan sıkça şakalaştığım ciddi bir meslek adamıydı Kemal. Servis devam ediyor. Bütün dikkatime rağmen kötü huyum yine bana hâkim. Gelen yemeği herkesten önce bitirdim.”Şef Kemal”e işaret ediyorum, beni görmemezlikten geliyor. İşaretlerim sıklaşınca yanıma geldi ve kulağıma eğilerek “ya müdür ben seni bir adam sanırdım, hanım efendinin servisi değişmeden sizin servisiniz değişmez, daha bunu öğrenemedin mi?” dedi ve heykel gibi durduğu yere giderek yemek sonuna kadar bana bıyık altından tebessüme devam etti. Tabi yemekten sonra üç gün ortada görünmedi. Hep kendini oda hizmetine yazdırıyormuş. Oysaki”Şef Kemal’e” önce çok kızdım. Fakat odun gibi söylemiş de olsa bana o güne kadar öğrenmemiş olduğum bir sofra adabını öğrettiği için ona müteşekkirim. Geçen sabah âli bir mevkide misafir ağırlayan devletlilerimizin ürperten yüz ifadeleri bana bu anımı hatırlattı.