Çok sevdiğim bir arkadaşım Ankara Anıtkabir’de askerlik yaptı. Bilirsiniz askerlik anıları erkeklerin anlatmayı en sevdiği anılardandır. Bu arkadaşımın anılarının en güzel yeri ise; birkaç kez görev için Anıtkabir’in yedi metre altında, kıbleye bakan ve pirinç kapının ardındaki mezarın olduğu odaya gidişi hakkındadır.

“Arkadaş, o ne muazzam bir kokudur.” Der; eliyle mis işareti yapar ve devam eder. 

“Zannetmeyin oraya kokular sıktıklarını, kendine has misk, amber anneciğimin tabiriyle cennet kokusu vardır orada…”

Çok şükür ki ceddimizde böyle ilahi, böyle güzel insanlardan çok sayıda var. Onlar, toplumuna, insanlığa umut verdi, acılarını, esaretlerini dindirdi, işgalden kurtardı. Ne diyordu son mısrasında Yunus Emre; 

“ Yunus Emre der hoca, Gerekse bin var hacca, Hepsinden iyice,     Bir gönüle girmektir.” 

İşte bu binlerce gönüle girmiş ceddimiz ilahi kokularla yıkanırlar. Onlar çok özel kullardır.

Mustafa Kemal Atatürk’ün de bu millete, müslümanlığa yaptığı güzellikleri saymakla bitiremeyiz. İşte bu yüzden mezarından misk kokular yayılır… 

Gönüllere girmiş bu insanların tamamının ibadete açıldığı Ayasofya’nın ilk Cuma hutbesinde, cami olmadığı dönemler işaret edilerek, bunu yapanların cehennem ateşi ile tasvir edilip, lanetlenmesi en basitinden Türk ve Müslüman tarihi bilgisizliğidir… 

Anıtkabir’de mezara kadar inebilme ayrıcalığına sahip olan kişiler, yanık kokularından hiç bahsetmez… Bahsettikleri dünyanın en güzel kokularıdır…

İstanbul’u, yani Ayasofya’yı İngiliz’ler işgal etmişti… Yıllarca sokaklarda İngiliz askerleri Türklere kimlik kontrolu yaptı. Sarayın elinden bir şey gelmedi. Bunu engelleyemedi. Teslim olunmuştu. Ayaklanma olmasın diye karakol ve kışlalar İngiliz, Fransız, İtalyan askerlerince basıldı. Askerler öldürüldü. Komutanlar, gazeteciler tutuklandı.

O dönemde İstanbul’da yaygın olarak dört dil konuşulurdu. İngilizce, Fransızca, Rumca, Türkçe… Sokakta gazete satan bir çocuk, dört dilde bağırırdı manşetleri… İngiliz işgalinden hemen önce İstanbul nüfusu yaklaşık 1,5 milyondu ve bunun sadece 500 bini Türk’tü… Bugünkü Cezayir, Hindistan gibi…

Anadolu ve Trakya’nın durumu da aynıydı. Hatta yer yer daha da kötü idi…

Bu güzel insan kendi ve sevdiklerinin, ailesinin canı pahasına risk aldı ve Anadolu’da Türklerin kurtuluş ümitlerini filizlendirdi. Yaptığı kongreler ile onlara seslendi. Hiç durmadan, vazgeçmeden, dayatmalara aldırmadan anlattı. Onlara kurtulabileceğimizin, Türk halkının esir olmayacağını ve tekrar özgür olabileceğini, özgürlük için mücadele etmemiz gerektiğini bıkmadan usanmadan anlattı… Halkın gözleri parlamaya başlamıştı. Bir umut vardı. Kurtuluşun aydınlığı artık içlerinde alev alev yanıyordu… Atatürk’e güvendiler, peşinden gittiler… Ve imkânsız denilen, o güne kadar hiç görülmemiş müthiş stratejiler ile destan yazdılar…

Ve en nihayet, İstanbul’u, Ayasofya’yı İngilizlerin elinden tekrar geri aldılar… İstanbul’un, Ayasofya’nın, Anadolu’nun Türk ve Müslümanların elinde kalmasını sağladılar… 

İngiliz’in dayattığı ve Türklerin tam olarak teslim alındığı Sevr antlaşmasını iptal ettiler. Lozan antlaşmasını yaptılar…

Lozan antlaşmasına göre; İstanbul’daki Rumlar hariç Anadolu’daki Rumlar ile Avrupa’daki Türkler mübadele edileceklerdi… Ve öyle oldu…

Fakat antlaşma, gönüllü olabilecek Rum ayrılıkları kapsamıyordu… O günlerde nüfusun 3/2’si yabancı iken… İstanbul’da Türkçe ile birlikte, fazlaca Fransızca, Rumca konuşulurken… Kısa bir süre içinde herkes Türkçe konuşmaya başlamıştı… Üstümüzdeki kara gölge, esaret tamamen bitmişti… İstanbul’da Türk ve Müslüman nüfusu üstün hale gelmişti… İstanbul tam anlamıyla Türklerindi…

İngilizler bu yenilgiyi bir türlü hazmedemiyorlardı… Yok olmuş, karnını bile zar zor doyurabilen bu Türk milleti nasıl böyle şahlanmıştı? Anlayamıyorlardı… Ve haliyle Atatürk’ü hiç sevmediler. Ondan hep nefret ettiler. Ardından birçok kez Anadolu’da çıkan ayaklanmalarda başrol oynadılar… Aramıza sızdılar… Türk ve Müslüman halkı çeşitli fitneler ile birbirine düşürdüler… 

Ama Yeni kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisinin dahiyane stratejileri ile başedemediler… Tekrar tekrar yenildiler…  

İlahi güzelliklere nail olmuş atalarımız ile uğraşanlar… Bu acı ve ızdırap dolu yenilgilerden asla kurtulamadılar…