Toplumumuzdaki çok yönlü ve farklı gerginliklerin sebepleri üzerinde şüphesiz psikolog ve sosyologlarımız duruyorlardır. Bu meyanda toplumda giderek artan “konuşurken hakarete yönelmek”, karşı tarafın söylediklerini dinlemeden sözünü keserek kendi söyleyeceklerini ithamkâr ifadelerle dile getirmek ve sadece kendi doğrularının gölgesinde hareket etmek âdeta vazgeçilmezlerimiz haline gelmeğe başladı. Bunlara bir de, son zamanlarda artan, “hakkını kendince almak” dövüşkenliğini eklememiz gerekecektir...
Gaziantep’te geçen haftalarda genç bir doktorumuza yapılan saldırı akıl tutulmasından başka bir şey değildir. Ama hemen peş peşe gündeme gelen benzeri saldırı haberlerinin davranış biçimin boyutunu ferdî olmanın ötesine taşıdığı muhakkak… Her toplulukta akıl tutulmalarının olması, görünen ve bilinendir ama istisna olmanın ötesine geçmeğe başladığında bunun sebeplerinin dikkatle irdelenmesi ihtiyacı doğar. Topluluklarda bu tür akıl dışılıkların, fevri ve kontrolsüz davranışların şumüllenmesini önleyici mekanizmaların var olduğu, özellikle ülkemizde bunun yüzyıllar boyunca mükemmelen işlediği bilinir. Ancak son zamanlarda, tepki ifadesiyle izahı kolay olmayan ferdî şiddet olaylarının güncelleşmeye başlaması, doğrusu, ülkemizin sosyal yapısı açısından ürkütücü görüntü vermektedir.
Bu noktada suçun sadece fiili işleyende mi, yoksa topyekûn toplumun temel yapısında ortaya çıkan çatlaklarda mı olduğunun sorgulanması gerekecektir. Böylesi bir sorgulama bize konuda bazı unsurların önemli rol oynamakla kalmamakta meselenin boyutunun büyümesine katkı da yapmakta olduğunu gösterecektir!.. Bilinen bir gerçeği dile getirirsek, toplum yapısının şekillenmesinde en önemli rol sahibi aile varlığıdır. Giderek şehirleşen ülkemizde, büyük aile formatının bozulması yanında, aile mefhumunun üzerinde oynan oyunlarla da yara almağa başladığı ve anne ile babayı çalışmağa zorlayan ekonomik zorlamalarınsa aileyi, geçmiş dönemlerdeki müessiriyetinden uzaklaştırdığı görülmektedir. Kısaca gençlerin çevrelerine olan yabancılaşmadaki ilk basamak, ne yazık ki fertlerinin birbirinden uzak yaşamağa başladığı yeni tip aile ortamlarıdır.
Aileden sonraki çizgi, eğitim kurumları ile sosyal çevredir. Eğitim sistemimiz ve kurumlardaki yetersizlik üzerinde çok şey söylenebilir!.. Ancak şurası gerçektir ki eğitmekten çok öğretmeğe, hatta bir sonraki öğrenim kurumu için şartlı refleksle bilgi vermeğe dönük yapısı ile eğitim sistemimiz, günlük değişikliklerle hâlâ kendini arama çizgisinden çıkamadığından gençlerini kültürel değerlerine yabancılaştırmakta önemli rol oynamaktadır! Bu husus herhalde dikkatle sorgulanmalıdır... Bir adım daha atıldığında karşılaşacağımız, dün, daha çok eski zamanlar denmeyecek bir zaman diliminde, mahallenin toplum yapısında müessir rol oynadığıdır… Bunun adını, olumsuzluğa kaynak sağlamak hedefiyle, “mahalle baskısı” koyabilirsiniz amma mahallenin insanların birbirinden haberdar olmaları, mahalle yaşlılarının ve büyüklerinin aileler üzerinde olumsuzlukları mümkün mertebe önlemek gibi bir rolü olduğunu inkâr edemezsiniz! Böylece fertlerin enaniyetleri ve layûsel hareketleri, bir nebze de olsa, sınırlanma şansına sahip olmaktaydı.
Şüphesiz apartmanlaşma son çağların bir vazgeçilmezi haline gelmiştir. Fakat apartmanlarda yaşamak, bunlara siteleri de eklemek mümkündür, mahallenin o edep ve sevgiye yönelmiş kontrolünün yok olmasına yol açtığı da bir gerçektir. Önceleri 4-5 katlı yapılardan şikâyet ederken şimdilerde, göğe yükselen gökdelenler o mekânlarda yaşayanların birbirlerine daha çok yabancılaşmasını tabii kılmaktadır. Bu, insanları bırakınız sokakları yahut toplulukların birlikte olmak mecburiyetini verdiği mekânlarda, apartmanların giriş kapılarında veya asansörlerinde birbirine selâm vermeyi fuzuli görmeğe başlayan fertler haline getirmiştir. Bir zamanların komşusunun açlığını düşünmek vebalini taşıyan değer hükmü, yerini, biraz ağır olacak ama bugün, garsoniyerle iç içe yaşandığının bile farkında olunmayan bir ortamı doğurmuştur. Kısaca aileden başlayan yabancılaşma, eğitim müesseselerinde ve de yaşanılan mekânlarda giderek daha derinleşen şekliyle devam etmektedir.
Bütün bu olumsuz gelişmelerde bir başka önemli aktör iletişim araçlarıdır. Bu noktada iki önemli şekillenmeden söz edilebilir. Bunlardan biri insanların, sosyal yaşayış şartları içerisinde hemhâl olmayı kendini evinin dört duvarına hapsederek kendini iletişim araçlarının karanlık ufuklarına kaptırmasıdır. Bir nevi tiryakiliktir! Diğeri, bu tiryakiliğin verdiği bilgileri “kaçınılmaz doğru” görerek zihin bulanıklığına sürüklenmektir!. Oysa bilinmesi gerken gerçeklerden birinin, iletişim araçlarının büyük çoğunluğunun, ne yazık ki “Değer Hükümleriyle” ilgilerinin bulunmadığıdır. Onlar için tek gerçek “daha çok reyting ve kazançtır.” Bırakınız ülke halkının değer hükümlerine saygı göstermeyi yalanı bütün ihtişamı ile gündeme getirirken,  yapılan tekzibi görmezliğe gelmesi veya sunumda kendi çıkarını gözetmesi tabii bir sonuçtan başka bir şey olmamaktadır. Böylesi anlayış çarkındaki iletişim araçlarının sunuculuk yaptığı ortamda kendini dört duvar arasında aptal kutusuna mahkûm eden ve de yalnızlaşan insan, kendi kısır döngüsünde başkalarına olması gereken saygısının üstünü çizmekte beis görmeyecektir! Hatta umursamazlığa yelken açacaktır!..
Aile, eğitim, mahalle, iletişim derken ideolojik saplantıların varlığından söz etmemek sanırım bir eksiklik olacaktı. Yabancılaşmanın ve çöküntünün başladığı yerde aile ilk basamaktır ama ideolojik bağnazlığa cevaz veren yapılanmada rol oynayanların başında ülkenin okumuş-yazmışlarının bulunmadığı söylenemez. Kendi çıkarlarına dokunmamak şartıyla, başkalarını, bu arada gençleri kullanmaktan kaçınmayan zihniyet, bazı kurumları ideolojilerine araç yapmaktan uzak durmamıştır ve durmamaktadır. Herhangi bir konu için, meseleleri vaz etmek, üzerinde fikir teatisinde bulunmak, çözüm yollarını saplantılara ve bağnazlıklara esir etmeden tartışmak yerine “protesto”, “tahrik” ve de “tahkir” yollarına saparak olayı ideolojik sapmalara bağlamakta yarar görenleri, şöyle etrafınıza baktığınızda hemen tespit etmeniz mümkündür. Böylece demokrasinin tabii unsuru muhalefetin güzergâhı, ne yazık ki, ideolojik bağnazlığın tahriklerine feda edilen kamplaşmalar haline dönüştürülmüştür. Adı değişse de bu kamplaştırma oyunu 1950’li yıllardan beri bıkmadan usanmadan devam edip gitmektedir.
Kısaca yabancılaşma yapısının başrollerinde medya, bazı STK’lar, aydın kisvesi giydirdiğimiz okumuş-yazmışlarımızın hazırladığı sosyo-kültürel ortam bulunmaktadır. Son örneği, Gaziantep’teki müessif olayın ele alınış tarzındaki toplumsal davranış biçimidir. Çünkü yine “biz” denirken, dikkat edildiğinde ortaya çıkan “ben egosu veya ideolojik bağnazlıktır.” Gelişmeleri bu hale getirenlerin Tıp mensuplarını kazançlarıyla, muayenehaneleriyle yıllardan beri boy hedefi yapan, hadi medya mensuplar demeyelim, birilerinin olmadığı söylenebilir mi? Oysa, artık vakıa-i âdiyeden haline gelmiş görünen “içgüdü” kontrolsüzlüğünün önlenmesinde iletişim araçlarına düşen görevler vardır. Onların “edep yahu” demeyeceğimiz programlarından vazgeçtik abartısız, tahriksiz sunum yapmaları bir vecibe değil midir?
 Bunca şikâyetten sonra çözümse; önceliği gençlerimize vererek ve aileden başlayarak yaşadıkları muhitlerini sevdirmek yanında değer hükümlerinin ne anlama geldiğini sağlayacak ortamların teminidir…