Zaman zaman kendilerinden bahsetmek mecburiyetinde kaldığım şu bizim(!) aydınımız bir âlem. Çokbilmişliklerini her gün yeniden cilâlamakla kendilerini tatmin ediyor olmalılar ama herhalde yine kendilerinden neşet eden ve milletimizin balık hafızalı olduğunu ileri sürerek satmağa çalıştıklarının, geçmişin üzerine şal atmak olduğunu görmezliğe geliyorlar! Bugünlerde günlüklerinde terör örgütü olduğu artık dost düşman herkesçe kabul edilen PKK’ya yataklık yapan, hatta daha ilerisi devlet içinde devlet kurmağa çalışan KCK illegal örgütünün masumiyeti! Bazı aydın kisvelilerimiz ısrarla bu illegal örgütün neredeyse haklı bir siyaset yaptığı üzerinde ahkâm kesiyorlar. “Aman canım” ile son tutuklananlarla başlayan vaveyla, seçilmiş Belediye Başkan ve mensuplarına kadar uzatılarak yaptıklarının siyaset olduğunu söylemeye getiriyorlar. Bu kişilerin, şimdilik mahkemece kesinleştirilmiş suçları olmasa da, zanlı olduklarının üstüne sis üfleyerek neredeyse hareketlerinin, nereye kadar sorusu üzerinde durulmadan özgürlük(!) olduğunu ileri sürmekle kalmıyor, âdeta bazılarını suçsuzluğuna bile “dostça” karar veriyorlar. Devletinse, hukukun gerektirdiği kurallar içerisinde, toplumun varlığı açısından kendisini koruması gerektiğini göz ardı ederek, hani bugünlerde moda ya, ideolojik bir bağnazlığa bağlamağa çalışıyorlar. Hele bu aydın kisvelilerin aralarında öyleleri var ki, bu millete karşı içlerinde var olan kini, Kürtlerin haklarını savunur görünerek günlerdir milletimize bühtanda bulunmakta beis görmüyorlar. Daha da ileri de giderek KCK operasyonlarına “otoriter zihniyet ve milli bakış” diyerek, milliyetçilik kavramının yüzyıllardır Türk devletlerinde etnik bir davranış biçimi olmadığını ve üzerinde yaşanan topraklarda, kendi varlıklarının da bu yüzden asimile edilmeden “kültürel birlikle” ayakta tutulduğunu görmezliğe gelerek İç İşleri Bakanını boy hedefi yapmağa kalkıyorlar. Çünkü, İç İşleri Bakanı “Bu toprak vatandır ve ilelebet Türk vatanı olarak, Türk milletinin öz yurdu olarak kalacaktır.” diyor. Demokrasinin varlığı içerisinde, o tür okumuş-yazmışlarımızın görüşlerine katılamasak da, tahammül etmemiz mümkündür ama onlar da bu toprakların terör örgütüne yataklık yapanlardan korunması gerektiğini, bunun devlet olmanın bir gereği bulunduğunu her hâlükârda kafalarının bir yerinde tutmaları gerekecektir. KCK operasyonlarına karşı çıkanların, sadece illegal örgütün teşkilât plânına baktıklarında, devlet içinde devlet kurma hedefinin, başkanından halk mahkemelerine, vergi (haraç) toplama ve nihayet silâhlı örgüt PKK’ya kaynak ve güç sağlama uygulamasına kadar nasıl şekillendirdiklerini görmemeleri mümkün değildir. Üstelik bu teşkilât plânının illegal bir şekilde Hakkâri ve Şırnak bölgesinde tatbik kabiliyeti bulduğunu bilmeyen de kalmamıştır. KCK yapısının masumiyet taşıdığını, aralarında siyasî kisve giymiş veya akademik unvan taşımakta olanların bulunmasını şu veya bu gerekçeyle savunmağa kalkmanın anlamı ise, herhalde ya içinde yaşadığınız devlete ve onun adalet sistemine inanmıyorsunuzdur! Yahut geçmişte olduğu gibi bugün de, devleti yıkma plânlarının demokrasiyi de yok edeceğini fark etmek istemiyorsunuzdur! Kısaca samimi değilsiniz! Efendim adalet sistemimiz!.. Evet bu konuda hepimizin şikâyetleri vardır ve işleyişteki yanlışlardan da söz etmemiz mümkündür. Ama bugünkü sistemin darbelerden gelen bir yapı içerisinde şekillendiğini ve o darbeler yapılırken, siz aydınların(!) pek çoğunun ya kafalarını kuma gömdüklerini veya alkış tuttuklarını da unutmak mümkün değildir. Bu gerçektir. Fakat hiç değilse o günlerde yani devlet adamlarımız asılırken, 21 Mart, 28 Şubat, 12 Eylül darbelerinde ve e-muhtıra verildiğinde sizlere, neler yapıyordunuz, sualini sormamıza da imkân verir. Geliniz samimi olunuz. Bu topraklarının şühedanın varlığıyla tescil edildiğini anlamaya çalışınız! İnsan Hakları konusunda şüphesiz hiçbir devlet ve topluluk tertemiz değildir! Amma düşmanla işbirliği yaparak asırlar boyu beraber yaşadığı insanları arkadan vuranlara veya isyana kalkanlara da devletlerin silâhlarıyla mukabele etme hakkı olduğunu, kinleriniz elvermese de, geliniz anlamaya çalışınız. KCK operasyonları esas itibariyle geç kalmıştır. Yurt içinde ve dışında böyle bir örgütün kuruluşuna müsamaha etmek büyük bir gaflettir. Ne yazık ki devletimiz bu konuda yıllardır yeteri kadar basiretli davranmamış, tedbirlerini almamıştır. Tarihin sayfaları geriye doğru sarılacak olursa görülecektir ki, bu örgütün ilk adımları başta Almanya olmak üzere Avrupa’da şekillenmeğe başlamıştır. O yıllarda Türkiye’nin güçlenmesinden endişe eden ve hatta parçalanmasının çıkarları bakımından faydalı olacağı düşüncesine sahip olan Batılı dostlar(!), ülkelerinde kurulan illegal örgütleri sadece görmezliğe gelmekle kalmamış, onlara âdeta arka çıkmışlardır. Şöyle bir defter sayfalarını geriye doğru çeviriniz… Avrupa’da, adı o sırada KCK olarak konmamış olsa da, illegal olarak haraç toplayanların bulunduğunu, bu paraların PKK’ya aktarıldığını, silâh kaçakçılığı ile beyaz zehir ticareti yapıldığını görmezliğe gelenler öncelikle Avrupalı dostlarımızdı!.. Buna NATO müttefikimiz bazı ülkelerin bünyelerinde PKK kampları kurulmasına ve eğitim verilmesine müsaade ettiklerini veya silâh sattıklarını başta devletimiz, sanırım o günleri hatırlayanlar bileceklerdir. İşte o günlerde Türkiye, gücünü dost bildiklerine yeteri kadar gösterememiştir. Buna bir de ABD’nin 38nci paralel bahanesiyle Irak’ta bazı güçleri koruyucu kanatlarına almakla kalmadığını, onlara mühimmat sağladığını ekleyiniz, ortaya yılların getirdikleri çıkacaktır! Söylemek istediğimiz bugün yurdumuzda karşımız KCK olarak çıkan örgütün temellerinin dün yurt dışında atıldığı ve yöneticilerimizin basiretsizliği ile de yurt içinde teşkilâtlanmasını kolaylaştırdığımızdır! Üstelik, hemen neredeyse silâhlı çatışmaların başladığı ilk günlerden itibaren Güney Doğu Anadolu’muzda bazı kimselerin illegal olarak haraç topladıkları, silâh ve beyaz zehir ticareti yaptıkları bilinmenin ötesinde yetkililerce dile de getirilendir. Buna bir süre sonra sınırlı boyutlarla da olsa halk mahkemeleri, dağa adam çıkaracak eğitim metodları eşlik etmiştir.. Bu gelişmeler ferdî davranışlar olarak sunulsa da, ortaya çıkanın, kimine siyaset kisvesi, kimine “her fikir dile getirilebilir” bu suç değildir kisvesi giydirilerek KCK’nın Marksist-Ateist bir yapılanma içerisinde devletleşme adımlarını atmasına zemin hazırlandığıdır. Silâhlı mücadele yapmadığı gerekçesiyle KCK’nın suç örgütü olmadığını savunmağa çalışan aydınlarımız(!) herhalde Güney Doğudaki bazı Belediyelerin bünyelerinde yıllar öncesinde şekillenen illegal yapının ne olduğunu sorgulamaları gerekir. Ayrıca akademisyenden örgüt mensubu olmaza getirdikleri laflarına söyleyecek sözse, sanırım önce 27 Mayıs 1960 darbesini, sonra da teröristleri makamlarında saklayan rektörleri, hani şu balık hafızasına sahip olmayan aydınlarımızın hatırlamış olmaları gerekir!…