“Ekonomi, ekolojinin kendisidir.” Demek yanlış olmaz. Ekonomi, yaşamı, geçimi anlatır. Eko dengenin sürdürülebilmesi için gerekli kuralları rakamlarla anlatır.

Ayakta durmayı, çalışmayı, üretmeyi, kaybetmemeyi anlatır. Bunları sürekli ölçer ve tartar. Bir kilo sipariş edip, 850 gram aldıysak anlamamızı sağlar… 

Nesiller boyunca toplumların sınıfları, üretim değerlerine göre ayrılmıştır... 

Bir malın ya da hizmetin üretiminde, o kişinin “ürüne verdiğin emek ve katmadeğer” oranı, o kişinin toplum içindeki sınıfını, statüsünü belirlemiştir…

Ekonomi; bu durumunu detaylıca inceler. Ekonominin en önemli ayağı hukuktur. Verdiğin emeğin ve kattığın değerin adaletli dağılımı, ekonomi biliminin olmaz ise olmazıdır. 

Aksi, ortaçağın feodal yapısında görülmüştür. 

Kölelikten, Feodalizm’e geçerken toplumlar heyecanlıydı, umutluydu… Feodal düzen; toplumun kendi kendine yetebilmesi için dizayn edilmişti. Fakat toplum kısa süre içinde derebeylerinin esaretini yaşadı. Adalet; ortak akılda değil, iki dudağın arasında kalıverdi…

Bu yapıda toprağın sahibi yoktu… Ve iki tür “emek” oluşmuştu. 

İlki, halkın zaruri ihtiyaçlarını karşılayacak çalışmaydı. Ve “zaruri emek” halka aitti. 

İkincisi de; ihtiyaçtan fazlası için olan çalışmaydı. O dönemde buna “ek-emek” dendi… Ek-emek ile çıkan mahsüller derebeyinin oldu… Yani ek-emek aslanın ağzına o günlerde girdi… Özellikle fukaranın sofrasında mutlaka bulunan ve değişmeyecek temel gıdaya “ekmek” dendi… 

Sanki birisi “buldun da bunama” der gibiydi…

Tabii ki milenyum çağını da ortaçağdan ayıran en temel özellik, yine adalet ve hukuk olacaktır. 21 inci yüzyılda yaşayan her insanın, doğuştan varolan haklarının verilmesi, bu çağın farkını gösterebilir. Aksi halde umutlar yine suya düşer.

“Ortak Akıl” doğru çalışmaz ise, sermaye sahipleri, dünya görüşlerini topluma dayatma olanağı bulur ise; milenyum çağında da yabancılaşma baş gösterir. Aynı halk bile olsa, sosyal ilişkiler, değerler yabancılaşıverir. Ortak hedeflerde ayrışma görülür. 

Ortak değerdeki ayrışma, değerlerin çatışmasına… Bu çatışma ve münakaşa hali toplumu değer kaybına götürür.

Bir yerde “kayıp” varsa, mutlaka başka bir yerde “kazanç” sözkonusu felsefesinden de bakarak; Ayrışmamız neticesinde oluşan kaybımızdan, kazanç sağlayanlar var. Daha güçlenenler var.

Biz maalesef ki düzenli “cari açık” veriyoruz. Haziran 2018 sonu itibarıyla sadece son bir yılda 57,4 milyar dolar yine cari açık verdik.

“Cari açıktan ne olacak, ABD bizden çok daha çok ‘cari açık’ veriyor.” Diyenlere sözüm... Doğru veriyor. Ama ABD’nin en küçük eyaleti bile bizim ekonomimizden çok daha büyük… 

Ayrıca açıkladığımız cari açığın nevi “ABD doları”… Açığımızı bile onların parası üzerinden takip ediyoruz. Tüm dünya gibi bizde ABD parasının açığını takip ediyoruz. Çünkü kurulan düzen o, sistem o…

Bu durumda ABD’nin kendi cari açığı, neye göre açık?.. 

Düzen kurulmuş... Altı bomboş olsa dahi, ABD açığını karşılamak için yeni dolar bassa dahi… Tüm dünyadan talep görür, değer görür.

Yani ABD kıyasımız değil…

Bunun yanı sıra; Döviz şoku yaşadığımız bugünler de Katar hükümetinin ülkemize yapacağı 15 milyar dolar finansal yatırım piyasalarımızı biraz yatıştırdı. Ayrıca Avrupa ülkelerininde Türkiye’ye moral verecek açıklamaları, 7,40 TL’yi gören doların 5,80 TL’ye kadar düşmesini sağladı…

Maliye Bakanlığı ve BDDK’nın birlikte hazırladığı tedbir paketi de açıkladı. 

Buna göre; Kur sebebiyle teminatı eksilen kredilerden, ek teminat istenmeyecek. Olası limit aşımı dikkate alınmayacak. Kredi kapama talep edilmeyecek. Piyasada kredi kullanımları kapanmayacak. Yazılan çek, senetler, ödenmeyen krediler “mücbir sebep” koduyla bildirilecek. Olağan olmayan bir durum olarak kabul edilecek. Yaptırımı olmayacak. Kredi erişimine engel teşkil etmeyecek. 

Tabi bu durum haliyle ve muhtemelen tahsil edemeyen şirketi de “mücbir” hale getirecek.

Bu paket birkaç gündür bekleniyordu. Fakat açıklama sonrası dolar 5,80 TL’den, 6,20 TL’ye yükseldi. Borsada düştü. Demek ki paket, piyasa tarafından olumlu karşılanmadı…

Birde üzerine cuma akşamı S&P Türkiye’nin notunu açıklayacak. Olası bir düşüş doları tekrar yükseltecektir.

THD’in açıklaması doğrultusunda, halkın %70’inin açlık sınırında yaşadığı bir dönemde… Yine temel kuralı hatırlayalım!..

Kazanç; kazananın değil, kaybedenlerin eseridir…