Yunanistan resmen iflas etti.

Vücudumuz bazen normal işleyişinin dışına çıkar. 

Bu bir krizdir ve hastalanırız.

Vücudun krize girmesi tamamen durmadığını ve umudun olduğunu, fakat yaşam anlayışında değişiklik olması gerekliliğini bize haber verir.

Kötü yaşamı, oburluğu, şehveti, tembellikleri düzeltme ihtiyacı olduğunu bize hatırlatır.

Krize sebep olan sorun, halının altına itilirse, görmezden gelinirse ve yaşamaya devam devam edilirse vücut yaşam fonksiyonlarını her geçen gün kaybeder.

Bütün krizler; hayata yeniden tutunabilmek için verilen doğal sinyallerdir.

Kriz güzeldir ve doğru yönetmek gerekir.

Yunanistan 34 yıl önce “Zenginler Birliği” olarak anılan Avrupa Birliğine kabul edildiğinde gelecek vadetmeyen fakir bir ülke idi.

Hatta “Zenginler Birliği” yani Avrupa Birliği, Yunanistan’ı “Garsonlar Ülkesi” olarak tanımlıyor, aşağılıyordu.

Sanayisi olmayan, turizm gelirleri yetersiz bir ülke.

Sanırım “demokrasinin beşiği dışarıda kalmamalı” dendi.

Ve Avrupa Birliği’ne dâhil edildi.

Hemen ardından kanunlarında değişiklikler istendi.

Çok ağır kemer sıkma politikaları geldi.

Sonrasında işçi grevleri başladı...

Küçük işletmeler yavaş yavaş eridiler ve kapatmak zorunda kaldılar.

Tarım iyice azalmıştı. 

Bir avuç kalan çiftçiler ise sıkıntı içindeydi. 

Artık piyasa İngiliz, Alman, Fransız ürünleri ile dolmuştu.

Üretim azalmış, ithalat coşmuştu.

Tüketim yapılacaksa Almanya’nın, İngiltere’nin malları tüketilmeliydi...

Borçlandırmanın ve esaretin ilk tohumları atılmıştı.

Yunanistan 200 yıl önce batılı bile kabul edilmezdi ki!

Yunanistan’daki referandum da “Avrupa Birliği’nin parasal yaptırımları kabul edilmeli mi?” sorusuna “Hayır” cevabının çıkması; halkın krizi gerçekten tedavi etme isteğinin bir göstergesidir.

Bu tedavi süreci de her tedavi gibi acılı, sancılı olacaktır.

Bu bir kemoterapi dönemidir.

Tüm lüks ihtiyaçlar sonlandırılacak, ithalat yapılmayacak, marka giyim-kuşama elveda denilecek.

Sadece kendi ürettiğin tüketilecek.

AB’nin parası ile yaşadığın zenginlik bitecek ve borç ödenecek.

Uzun bir sürecin ardından da nihayet refah gelecektir...

Yaşayan efsane devrimci Fidel Castro’nun Alexis Tsipras’a “yoldaş” ifadesi kullanarak tebrik etmesi Yunanistan’ı heyecan ile karşılandı.

Bugün, Alman halkı ne düşünüyor? Onlar referandum yapsa ne çıkar? Onlar çalıştı, Yunanistan mı yedi? gibi sorular gündeme getiriliyor.

Eminim Alman halkına “Bunca parayı Yunanistan’a verelim mi?” referandumu sorulsaydı yine “Hayır” çıkardı.

Bu durum; Avrupa Birliğinin ya da Almanya yönetiminin politikası idi ve halkları karşı karşıya getirmek kesinlikle çok yanlış.   

Bu detayları anlatmamın sebebi; bir gün Türkiye’de de “Sine-i millete” dönmek isteyen bir Başbakan’ın çıkabileceğidir.

Biz de uzun zamandır başkasının parası ile “har vurup, harman savuruyoruz”.

İthalatımız arttı, üretimimiz azaldı, çiftçimizde sıkıntılar içinde.

Bu yılın ilk çeyreğinde açıklanan dış borcumuz 393 milyar dolar.

Geçmişte IMF’e 5 milyar dolar borçlanacağız diye yer yerinden oynardı.

Bugün dış güçlere borcumuz 393 milyar dolar ve herkes nedense sakin!!!

Dolar’a bu kadar borç olunca, her kur artışında ülke varlıklarımız biraz daha eriyor ve güç kaybediyoruz.

------------------------------------------------- 

Bugün ülke dışında 5 milyondan fazla Türk yaşamaktadır.

Geçmişte gurbetçilerimiz emeklerinin karşılığı kazançlarını, Türkiye’ye yakınlarına gönderirdi.

Parasını değerlendirme ihtiyacı duyduğunda yine kendi ülkesindeki bankaları tercih ederdi.

Türkiye’ye 1980 yılında 3 milyar dolar.

1998 yılında 5 milyar dolar.

2001 yılında 1 milyar dolar.

2014 yılında 800 milyon dolar işçilerimizden döviz girdi.

Görüldüğü gibi zaman içinde gurbetçilerimizin yakınlarına gönderdikleri azaldı.

Bu döviz girişinin haricinde Merkez Banka’mızın gurbetçilere sunduğu “Süper Döviz Hesabı” bulunmakta.

1976 yılında uygulanan bu hesabın özelliği faiz oranın yüksek olması.

İşçilerimiz örneğin Alman bankalarına vadeli mevduatını yatırdığında %2 alıyorsa, bu hesap ile 5 kat fazlasını alabiliyor.

Böylece Türkiye döviz ihtiyacını, yabancı ülkelere boyun eğmeden çözme imkânı bulabiliyor.

Bu dövizler geçmişte bizi bir çok krizden kurtarmıştır.

Günümüzde yani küreselleşmiş Türkiye’de, döviz ihtiyacı daha fazla...

Yani sadece yurtdışındaki Türk’lerin Döviz Tevdiat Hesapları ile olacak gibi değil.

Belki de bu sebepten faiz oranları kademeli olarak düşürülmüştü.

2013 sonunda “Süper Döviz Hesabı’nın stratejik hedefler doğrultusunda” tamamen sonlandırıldığı duyurulmuştu.

Ama bizim bugün az yada çok her bir dövize ihtiyacımız var.

2015 yılından sonra vadesi dolan hesaplar tekrar yenilenmeyecek.

Ve sonrasında mevduatlar 10 yıl çekilmez ise zaman aşımına uğrayacak ve Merkez Bankasına kalacak.

Acaba bu önemli miktardaki kaynağa ihtiyaç neden duymuyoruz?..

Ya da unutulduğunu ve çekilmeyeceğini düşündüğümüz önemli miktarda “süper döviz hesapları” mı var?..

Bunca döviz borcu varken bu uygulamada ki “stratejik hedef” ne?