Yunus Emre’nin dönemi zor yıllardı. Anadolu’da Türkler var olma mücadelesi veriyorlardı. Siyasi yapı bozulmuştu. Tasavvuf, din perdesi altında bağnazlık kol geziyordu. Siyasi erk, dış etkilerin baskısı altındaydı. Ama padişah rahattı. Sanki dış etkilerin sömürüsünün farkında bile değildi. Yönetim söz konusu bile değildi. Devlet can çekişiyordu. Ha yıkıldı ha yıkılacaktı.
Açlık vardı. Saray ve çevresi tekfurlarca çevrilmişti. Ama halka nazaran lüks içinde yaşıyorlardı. Toplum yiyecek birkaç lokma dahi bulamıyordu. Sulu yemeği bırak buğday, ekmek bulamıyordu. Yunus Emre’nin köyü de bu dertten oldukça muzdaripti. Dertli Yunus bunu elbette dert edinmişti. Bu kadar önemli konuyu dert edinmeyip gaflete düşemezdi. Komşuları, anacığı için bir şey yapmalıydı. Ve maalesef dış etkiler topraklarında oldukça güçlüydü. Köylü’nün kendi tohumunu bile elinde tutması bir şekilde engellenmişti. Böylece Türk halkı olabildiğince bağımlı bırakılmıştı. Bırak ekmekliği, tohumluk buğday bile ellerinde yoktu. Yunus dağlardan odun toplamaya çıktı. Eşeğini odun ile yükledi. Köyüne döndü anacığı ile vedalaştı. Duymuştu uzaklarda bir veli varmış. Kalabalık ve güçlüymüşler. Sarayın yaptırımlarına boyun eğmiyorlarmış. Sarayda güçlenmiş o tekfurların etkisi altına girmemişler. Kapısına gelen hiç kimseyi de aç bırakmıyorlarmış. Halkın umudu olmuşlar.
Bunu duyan Yunus, durur mu? Vakit kaybetmeden Hacı Bektaşi Veli dergahının yollarına koyulmak istiyordu. Garip eşeğiyle birlikte zorlu bir yolculuk oldu. Dağ, bayır, bozkır aştılar. En nihayet iyiliğin yayıldığı yere ulaştılar.
Herkese açıldığı gibi, Yunusa da tekkenin kapıları hemen açıldı. Yunus tekkede çok güzel ağırlandı. “Ben fakir bir kimseyim. Bu odunları size, mücadelenize hediye getirdim. Ne olur bunu kabul edin ve bana biraz tohumluk, birazda yemeklik buğday verin. Zira açlık, yokluk köyümüzü perişan etti” dedi.
Hacı Bektaşi Veli’ye, Yunus’u ve isteklerini anlattılar. Yunus’ta farklı bir aura vardı. Hacı Bektaşi Veli ondaki cevheri gördü. Onun birkaç gün daha yanlarında kalmasını istedi. Dergâha katılmasını istedi. Düşüncelerini öğrenmek istedi. Ama Yunus kararlıydı. Köydekiler, anacığı yiyecek bekliyordu. Veli’den dervişler aracılığı ile izin istedi. Hacı Bektaşi Veli son bir çaba içine girmesi gerektiğini düşündü ve bir daha sordurdu.
Buğday mı istersin? Himmet mi istersin? Dediler.
Düşünmedi bile Yunus “Buğday” dedi.
O getirdiğin odunların her birine nefes verelim. Himmetini de sana eyleyelim dediler.
Ama Yunus kararlıydı, vazgeçmedi. Normal koşullarda asla kaçırmayacağı bu nefesi, gayreti, himmeti alamadı. Çünkü köyü açlıkla sınanıyordu. Hükmedenin yaptığı yanlışlar, halkın küçük kırıntılardan kafasını kaldırmasını engelliyordu. Hayatta kalma sınavı henüz aşılamamıştı. Basitçe halledilebilecek işler aciliyet kazanmıştı. Bu da gerçek görevini yerine getirmesine, gelişime, yaratana hizmete manidi. Üst üste yapılmış hatalar, daha kendi bedenine hizmeti bile yerine getirmesini engelliyordu. Buğdayını eşeğine yükledi. Köyünün yolunu tuttu.
Evet yokluk işte budur. Himmetin, düşüncenin, güzel ahlakın, insan onuruna yakışan bir yaşamın peşinde koşmayı imkânsız kılar. Tek derdin ilk çağlardaki insanlar gibi aç karnını doyurmak olur. Biraz buğdaydan ne olur ki! Hızla yenir tükenir. Ama o himmet, düşünce, çağdaşlık, ilim, bilim o buğdayı tükenmez yapandır. Ne yazık ki gelinen noktada aciliyetler oluşmuştur. Acil çözülmesi gereken işler de görece basit işleri önemli iş haline getirir. En ilkel yaşam formu durumuna düşürür. O özel insanın, donatılmış insanın tek yapabildiği karın tokluğunun peşine düşmek olur.
Devletlerin düştüğü durum halkın yaşam biçimini direkt etkiler.
Rakipler himmetle, ilimle uğraşırken, sen garip kanunlar koyarsın. Medeni insanın aklına gelmeyecek yöntemlerle halktan vergi falan toplamaya kalkarsın. Mesela kol saatinden vergi istersin. Yeni zamlanmış otomotiv vergilerine, noter harçlarına tekrar bindirim yaparsın. En garibi ise kredi kartı limitlerine vergi gibi adeta zihni sinir projeler bile geliştirmeye başlarsın. Evet yanlış okumadınız. Kredi kartı limitine, evet limitine vergi…
Yüz bin lira limiti olanlar, zengin kabul edilmiş. Ve 750 TL vergi ödemesi isteniyor. Ee tabi yüzbin TL’si olan zengindir. Araba alır, ev alır, yazlık alır, alır da alır yani!.. İnsaf be kardeşim ev kiraları olmuş 35 – 40 bin TL. Bir aile 100 bin TL ile üç aylık barınma sorununu bile çözemez. Evet 20 sene önce yüz bin lira zenginlikti. Ama artık değil.
Kredi limitinden vergi istenince haklı olarak burada harcama nerede diye soracaksınız. Çünkü herkesin bildiği gibi toplumun harcamasından, yani verdiğinden alınandır vergi… Esnafın, tüccarın sana sattığından, kazancından alınandır vergi…
Ayrıca her bir limit oluşurken masraf, harç zaten ödenir. Masraf adı altında her yıl bu limit ve kullanım için masraf, harç yine ödenir. Bankada bu masraf gelirinden devlete vergisini öder. Limit sahibi, kredi kartı sahibi henüz harcamadığı, belki de harcamayacağı, harcarsa da bu harcama ile gelir elde eden esnafın, tüccarın zaten vergi vermesini sağlayacağı, o kredi kartı limitinin vergisini bir daha ödemesi “kafanı yerden kaldırma” talimatı gibi adeta. Kafamızı çeviremiyoruz. Gökyüzüne bakmaya çok ihtiyacımız var. Ama yok! Hep boynu bükük toprağa bakmak zorundayız. Geleceğe, ufka bakamamak ise gerçekten onur kırıcı…
21 inci yüzyıldayız. Savaşlar artık sopayla, mızrakla, kılıçla, okla, topla, füzeyle olmuyor. Bilgi ile oluyor. Teknoloji ve bilgi çağındayız. Bu düzeyde, levelde himmetsiz, ehemmiyetsiz, mühimsemeden, önemsemeden, ilimlenmeden, bilgilenmeden sınav geçemeyeceğimiz bir yüzyıldayız.
Sefaletle, enflasyonla, pahalılıkla, kur, parite takibi ile, vergi artışlarıyla, bütçe açıklarıyla, cari açıklarla oyalanan toplumların, bilgi ile oyalanan toplumlarca sömürülmeye, tüketilmeye mahkûm kalacağı bir yüzyıldayız.
Fırsatlar bir bir kaçıyor. Enerjilerimiz üretemeden, mücadele edemeden, sınavlarımızı veremeden, gelecek nesillerimizin ceplerinden, özgürlüklerinden yiyerek elimizden kayıp gidiyor.
21 inci yüzyılda bunu söylemekten hicap duyuyorum ama söylemeden de olmayacak. Vergi böyle bir şey değil sayın yetkilim! Çağdaş, medeni vergi sadece gelir üzerinden olandır. Gelir olmayan yerden vergi uydurmak, olsa olsa acizlik olur. Bu garip, daha önce medeni hiçbir yerde görülmemiş uydurmalar, alınmış yanlış kararların, tekrar tekrar yapılmış yanlışlıkların ne denli arttığının itirafı olabilir.
Elde bir avuç buğday bırakmak, ele avuç açtırmaktır.
Ecüş bücüş işlerden çıkıp, himmete, ilime fırsat sağlamak, genç enerjilerine üretme imkânı sağlamak, elin, yabancının avucuna, özgürlüğüne hatta esaretine sahip olmaktır. Dünya’da söz sahibi olmaktır. Kimsenin sana savaş açmaya, kötü söz söylemeye cesaret edemeyeceği bir güce sahip olmaktır.
Bizi artık kırıntılarla, ecüş bücüş vergilerle uğraştırmayın. Bize sadece özgürlük ve geleceğimizi yaşatma mücadelesi vermemize fırsat sağlayın.