İSTANBUL AĞLIYOR
Selçuk MARUFLU
Şarkıcı Tarkan'ın yeni şarkısının adı bu. Bilmiyorum, İstanbul'un acı durumunu görerek mi bu şarkıyı hazırladı? Siz bir şehir düşünün ki, konumu itibariyle Avrupa, Asya kıtasının ortasında, iki önemli kıtayı birbirine bağlıyor.
Tarih boyunca tüm kavimlerin, devletlerin gözü üzerinde olmuş. Fransa İmparatoru Napolyon Boneporte, "İstanbul'u alan, dünyaya hükmeder" demiş. Dünyada bir eşi benzeri olmayan, su yolu olan, boğaz üzerinde kurulu, paha biçilmez, mücevher kadar değerli bir kent.
Tabiat, doğa, tarih, medeniyetler, hepsi İstanbul'da toplanmış.
Çocukluk yıllarımda Kızıltoprak, Kalamış, Kadıköy yemyeşil, bahçeler içinde köşkler ve konaklarla bezenmişti.
Osmanlı Sarayında vazife alan benim ailem, Zühtü Paşa, Müderris, Mehmet Ziyaeddin Maruflu, kışın Yerebatan'da, yazları Kızıltoprak'ta kendilerine ait bahçelerde, kurulu köşklerde yaşarlardı.
Ben Kızıltoprak'taki bu evlerde büyüdüm. Şimdi o yerlerde iğrenç beton yığınları var. 1952'lerde tüm nüfusu 1 milyon olan ve derli toplu, düzenli bir şehir olan İstanbul'a ipini koparan taşınınca, bu güzelim şehir bir anda 10 milyonu geçen nüfusla tanınmaz hale geldi. Eski yıllarda genelde vapur, tramvay ve otobüsle az nüfuslu olan İstanbul'un trafiği sorunsuz işliyordu. Böyle özel araç bolluğu da yoktu.
Merkezi, yerel ve mülki idarenin yanlışlıkları, doğa ve çevreyi tahrip eden imar planları nedeniyle nüfus arttı, insan yığını doğdu.
Siyaset yıllarımda Sn. Turgut Özal'la -çok ender-tartışma yaşamıştım. Sn. Özal, personel maaşlarını ödeyemeyen, hiçbir hizmet yapamayan belediyeleri güçlendirmek, şehirleri güzelleştirmek ve şehir altyapılarını tamamlamak amacı ile başta emlak vergisi tahsilatı olmak üzere mahalli idarelere geniş mali imkanlar ve imar yetkileri verdi. Ben böyle bir uygulamanın, seçimle işbaşına gelen belediye başkanlarının, yerlerini korumak, rant ve çıkar sağlamak maksadı ile yanlış uygulamalara tevessül edeceklerini ve imar yetkilerini suistimal edeceklerini; çevreyi tahrip edeceklerini düşünüyordum ve bu görüşümü kendisine söyledim. Nitekim, dediğim çıktı ve akıl almaz bir inşaat hamlesi, hiçbir boş alan, yeşil saha, çevre bırakmaksızın gelecek nesillerin nefes alma yeri olan parkların, bahçelerin yok edilmesi pahasına, müteahhitler, belediyelerden aldıkları geniş yetkilerle inşaatlara yöneldiler.
Ayrıca seçimi kazanmak amacı ile hazine yada özel arazi ayrımı yapılmadan gelişi güzel gece kondular türedi. İnsanlar sağlıksız şartlarda yaşamaya başladılar. Bazen düşünüyorum bizim ülkemizdeki kadar hiçbir ülkede demokrasi, hak ve hürriyetler bazı konularda bu ölçüde serbest ve geniş değil. Vatandaş babasının malı gibi istediği yere gecekondu yapıyor, sonra oranın mülkiyetini, yol, su, elektrik vs. talep ediyor. Resmi makamlarda bunları yerine getiriyorlar, tapu/tahsis belgeleri dağıtarak yasa dışı bu işi meşru hale getiriyorlar. Şimdi şöyle düşünülebilir. Büyük hatalar yapıldı, İstanbul'u tahrip ettik, ders alalım hatalardan dönelim. Hayır! Böyle bir durum yok. Yeşil alan ve çevre tahribatı devam ediyor. Eski köşkler, konaklar, tarihi evler yakılıp, yıkılıyor. Buna dur diyen yok. Aksine yerel yönetimler, bir devlet kuruluşu olan Toki, buldukları her yere iğrenç beton yığını yapılmasına izin verip, teşvik ediyorlar. Bunun en son örneği Selamiçeşme'de, Özgürlük Parkı'nın devamı olan meteoroloji arazisi.... Kadıköy halkı için park/recreasyon alanı olarak değerlendirilecekken şimdi fütursuzca iğrenç beton yığını (hem de 40 katlı) yapılıyor. Buna yerel yönetim, mülki idare ve en önemlisi Kadıköy halkı, doğa/çevre kuruluşları ses çıkarmıyorlar. Şimdi düşünün buraya ve diğer yeşil alanlara dönük yapılaşma sonucunda bu işten kim fayda sağlayacak, kim rant elde edecek, kimin cebi dolacak...
Ne yazık ki İstanbul çaresiz, her geçen gün rantlara teslim edilerek, ağlıyor.
Bazı insanlar, İstanbul'un anasını ağlatıyor.
Yorumlar