İnsanlık dışı şartlarda yaşayan Gazze insanına yardım malzemesi götürmeye çalışan konvoya uluslararası denizcilik kurallarını ihlal ederek ve her türlü hukuku çiğneyerek vahşice saldıran İsrail, ürettiği yeni senaryolarla dünya kamuoyunu kandırmaya çalışıyor. İsrail bunu her olay sonrası hep yapıyor. İsrail’in eski ruh ve eski savunma kalıpları çerçevesinde her katliama bir kılıf geçirme hastalığı bugün de aynen devam etmektedir. Hele hele bu son dönemde, ‘siyasetin sağa doğru kayması ve aşırı milliyetçilik ruhunun hortlanması’, İsrail’i büyük bir çıkmazın içine doğru sürüklemektedir. Dünyada İsrail kadar meşruiyeti tartışılan bir başka devlet bulamazsınız. Bundan dolayıdır ki, yüzlerce kilometre uzaklardan bir kuş dahi uçsa, İsrail bunu egemenliğine karşı bir tehdit olarak algılamaktadır. Çünkü 14 Mayıs 1948’de masa başında icat edilen İsrail devletinin yolu daha önce bölünen Filistin topraklarından ve Kudüs’ün uluslararası statüye alınması oyunundan geçer. Uzun sözün kısası, her türlü devlet geleneğinden yoksun olan İsrail, işgal ettiği ve hala işgal etmeye devam ettiği Filistin topraklarında, yok olma korkusuyla yatıp kalkmakta, kendisinden olmayan herkesi bir tehdit unsuru olarak görmektedir. İsrail, Gazze’ye yardım götürmeye çalışan gemileri vurmakla kalmayıp, aynı zamanda insanlığı vurmuştur. Altıyüz’ün üzerinde yardım gönüllüsünün bulunduğu bu gemilere saldırmakla Türkiye’ye karşı açıkça meydan okumuştur. Nereden bakılırsa bakılsın, İsrail’in bu davranış biçimi uluslararası hukukta bir savaş nedenidir. Sanki başka bir gezegende yaşamış ve oradan gelmiş gibi düşünen ve hareket eden İsrail’in bu son eylemine karşı Türkiye’nin kayıtsız kalması asla düşünülemez. Nitekim Genelkurmay Başkanlığınca konu ile ilgili yapılan açıklamaların satır aralarında doğru okunması gereken cümleler mevcuttur. Bir ülkenin görevi başında olan büyük elçisini apar topar geri çekmesi öyle basit ve sıradan bir iş değildir. Bu vesile ile ‘İsrail vahşetine karşı serinkanlılığımızı koruyabilir miyiz?’ sorusu her geçen gün biraz daha önem kazanmaktadır. Bana göre İsrail’in, uluslararası sularda Türk gemisine saldırması olayının çok iyi okunması gerekir. Olayın İsrail karasularında meydana gelmemiş olması, hem hukuki hem de siyasi bakımından bu olaya başka bir boyut kazandırmaktadır. Türkiye’ye karşı provokasyon içeren bu eylemin arkasında başka güçlerin varlığı ve İskenderun Olayı ile bağlantılı olabileceği düşüncesi yabana atılmamalıdır. Çünkü şurası bir gerçektir ki, İsrail’in geleceği Türkiye, İran ve Mısır’ın elindedir. Bu 3 ülkenin birlik içinde hareket etme ihtimali bile İsrail’in şahin olma hayallerini suya düşürmektedir. Bu vesile ile Türkiye’nin globalleşen dünyada etkin rol alma arayışları, İsrail’i fazlasıyla rahatsız ettiğinden, Türkiye’nin ekonomik ve siyasi alanda zayıf düşürülmesi bazı güçler tarafından projelenmiş olabilir. Türkiye için esas ve doğru olan şey, uluslararası yaptırım mekanizmalarını harekete geçirmek, İsrail korsanlığını dünya`ya anlatmasıdır. Burada önemli unsurlardan biri de “kriz yönetim” bilincidir. Maalesef burada her şeyi elimize yüzümüze bulaştırarak, önemli fırsatları devre dışı bırakıyoruz. Üstelik olaydan birkaç saat sonra İsrail’e karşı uygulanacak yaptırımların içinde ekonomik ve askeri yaptırımların bulunmadığını açıklayarak, bir yanlışın altına imza atıyoruz. Kime karşı yapıyoruz bunu?.. “Benim bir vatandaşımın burnunun kanaması bile savaş nedenidir” diyen bir avuç İsrail’e karşı. İşin burası son derece ayıp ve düşündürücüdür. Elbette ki, Türkiye meseleyi Birleşmiş Milletlere taşıdığı gibi sonuç alma ihtimali yüksek başka mekanizmaları da devreye sokacaktır. Her ne kadar İsrail geçmişte hiç bir tereddüt göstermeden onlarca katliam gerçekleştirmişse de, Birleşmiş Milletlere ait binaları havaya uçurmuşsa da, alınan tüm kararlara rest çekmişse de, Türkiye ile iplerin koptuğu bu noktadan sonra eski cesaretini kendisinde bulmayacaktır. Elbette ki, İsrail yanlısı bazı odak çevreler dün olduğu gibi bugün de “kuvvetli her zaman haklıdır ” mantığından yola çıkacaklardır. Elbette ki Türkiye’yi suçlamaya, karalamaya ve haksız çıkarmaya çalışacaklardır. Sonuçta hiç bir hükümet halkından kopuk bir politika ile ayakta duramaz. Tüm bunları bilen ve muhasebesini buna göre iyi yapan bir Türkiye, risk kapılarını kapatarak, sorunların üstesinden gelebilir. Önemli olan şey, iç siyasi hesaplaşmaları bir kenara atarak, dış meselelerde tek vücut olmak, Türkiye’ye yakışan onurlu ve akılı duruşu sergilemektir. Çünkü gün, sen ben günü değil, omuz omuza verme günüdür.