Beyoğlu'nun işlek caddelerinden birinde 80-90 yaşlarında bir kadın tekerlekli sandalyesinde oturuyor. Çevresinde toplananlar, polisler kendisini kimin buraya bıraktığını soruyor. Yaşlı kadın çaresiz, önce söylemek istemiyor. Israra dayanamayıp, oğlunun bıraktığını söylüyor. Hava hafif yağmurlu... Yaşlı kadına yardım için önce Belediye aranıyor. Belediye'den yardım gelmiyor. Kaymakamlık aranıyor. Kaymakamlık'tan da yardım gelmiyor. Acil ambulans çağrılıyor. Ambulans geliyor. Ama doktor, ortada hasta olmadığı için yaşlı kadını bırakıp gidiyor. Yaşlı kadın ve çevresindekiler, polisler çaresiz... Olayı, bütün dünya, televizyon ekranlarından izliyor. Bir haber daha: Hamile bir kadın, erkek doktor istemediği için hastaneye yatmıyor. Ambulans ile başka bir hastaneye götürülüyor. Ambulans şoförü, kadını başka bir hastanenin dışarısına bırakıp dönüyor. Kadın sokakta doğum yapıyor. Bu olayı da televizyon ekranlarından bütün dünya izliyor. Anayasamızda, Türkiye Cumhuriyeti'nin "sosyal, hukuk devleti" olduğu yazıyor. Sayın Başbakan da "İktidarımızda kimse hastanelerde rehin kalmayacak" diyor. Ama vatandaş hastanelere giremiyor. Haberler devam ediyor: Metroya bilet almadan girmek isteyen kişiye güvenlik görevlisi müdahale ediyor. Bilet parası 3.9 YTL. Vatandaş bıçağını çekip görevlinin boğazını kesiyor. Acaba vatandaşı, o vahşete sürükleyen nedir? Kimse üzerinde durmuyor. GAZETELER YAZIYOR Aynı gün gazetelerde, "Türk Standartları Enstitüsü'nde üst düzey 19 yöneticinin rüşvet aldıkları ve yolsuzluk yaptıkları için haklarında soruşturma açıldığı" yazıyor. Ve daha başka haberler de yer alıyor: - "Recep Tayyip Erdoğan'ın örtülü ödeneğin başına getirdiği Maksut Serim, 1996-1998 yıllarında sahte diploma ile görev yaptı." - "Tarım iflasta, çiftçi perişan. Kendisine yeten tarım ülkesiydik. Hepsi bitti. Çiftçi bitti. Ürününü 5'e mâl ediyor, 2'ye bile satamıyor. Yabancı mallara mahkûmuz. AKP'den tarıma darbe. Mazot yüzde 147, sulama yüzde 132, gübre yüzde 116 artarken ürün fiyatları, yerinde saydı." Bir habere göre, TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, "Türkiye'nin en önemli sorunu hâlâ işsizliktir. Duvarlarla yaşamak istemiyorum" diyor. Başka bir haberde de, "Denizcilik alanında MB Denizcilik adında ikinci şirketini kuran Ahmet Burak Erdoğan ilk gemisini aldı" diye yazıyor. Haberlerde daha neler var, neler... ALAVERE DALAVERE Kimisi işsizlikten evine ekmek götüremez durumdayken, kimisi milyon dolarlarla iş yapmaktadır. Anadolu'da "Taş atsın kolu açılsın" diye bir söz vardır. Doğru; taş atsın, ama attığı taşı kendi üretsin. Başkasının taşına konmasın. Alavere dalavere çevirip hak hukuk çiğneyip de başkasının taşına el koymasın. Şöyle biraz gerilere gidersek; Sayın Recep Tayyip Erdoğan, yaşama simit satarak başladığını söylemişti. "Esnaf işini bilmiyor. Ekonomi iyi gidiyor" demişti. Demek ki, Recep Bey işini biliyor. Kendisi işini bildiği gibi çocukları da biliyor. Bir gazetenin haberine göre; Recep Bey'in ailesinin üç ferdi, 10 Nisan 2006'da Turkuaz Denizcilik adlı şirketi alarak ismini Bumerz Denizcilik olarak değiştirdi. Recep Bey'in oğlu Ahmet Burak Erdoğan denizcilik alanında ikinci şirketini yüzde elli hissesine sahip olarak 19 Ocak 2007'de, MB Denizcilik Taşımacılık Limited Şirketi'ni kurdu. Şirketin kuruluşundan on sekiz gün sonra da 6 Şubat 2007'de Safran 1 adlı kuru yük gemisini üç milyon dolara aldı. Gemiyi satan kişinin de Recep Bey'e Ekinli Adası tatillerinde refakat eden ve aynı zamanda Recep Bey'in çocuklarına yurt dışı öğrenim kredisi veren Remzi Gür'ün ortağı olduğu anlaşıldı. Ahmet Burak Erdoğan, hükümet üyelerinin oğullarından ikinci gemi alan kişiydi. İlki ise Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın oğlu Erkan'dı. Erkan Yıldırım 445 bin euroya gemi almıştı. Gemiyi alırken Santour'dan 200 bin euro borç aldığını söylemişti. Santour da Binali Yıldırım'a bağlı Denizcilik İşletmeleri'nden ihalesiz gemi kiralamıştı. HELÂL-HARAM Bizim bu tür işlere aklımız ermez. Herhâlde oğullar işlerini iyi biliyorlar ki, bu genç yaşlarında gemi paralarını kazanabilmişler. Helâl kazançla da gemileri almışlar. Çünkü babalarının haramı helali iyi bildiklerini biliyoruz. Çocuklarına da öğretmiş olmalılar. İbadetlerini gizli yapmadıkları için görüyoruz. Ramazan'da iftar çadırlarında oruç açarkenki görüntülerini hep görüyoruz. Hangi camide namaz kılıyor, nasıl gidiyor? Onları da televizyonlardan izliyoruz. Dolayısıyla haram ve helâli bildiklerini iyi biliyoruz. İbadetlerini Allah'la kendisi arasında yapan ve haber ekranlarında yayımlatmayan kişileri bilmediğimizden onlar için bunları söyleyemiyoruz. Onları bir kendileri, bir de Allah biliyor. Ama gemi armatörlerinin babalarının haram-helâli bildiklerini iyi biliyoruz! Allah ne verirse helâlinden versin!