TÜİK 2014 yılının ilk çeyreğindeki büyümenin %4,3 olduğunu açıkladı.
Gayrisafi yurtiçi hasıladaki bu büyüme, hem beklentilerin, hem de geçen yılın aynı döneminin üzerinde.
Geçen yılın aynı döneminde büyüme %2,9’du.
Grafiğin yukarıya doğru çıkması, sadece geçen yıla oranla bile olsa iyidir.
Ekonomi penceresinden bakınca; gelirimiz arttıkça yatırımlar artar, üretim artar, istihdam artar ve gelir tabana yayılır, eğitim artar, sonuç olarak mutluluk artar.
Ekonomi penceresinden değil de, kalp gözü ile bakarsak; gelir arttıkça kibir artar, ego artar, güdü bile artar, şehvet artar, haset artar, açgözlülük artar, sonuç olarak mutsuzluk artar.
Talep sebebiyle biz ekonomi penceresinden bakalım.
Geçen yılki büyüme, özellikle ithalat sebebiyle, vergi gelirlerinin artışından kaynaklanmıştı.
Sağlıksız bir büyüme olarak bu köşede tanımlamıştık.
Bu yılki ise ihracatın artmasından kaynaklanıyor.
Bu büyümenin sağlıklı olduğunu da vurgulayalım.
İhracatın artması için imalatın artması gerekir. İmalat ise; ekonominin temel çözüm elementi. Her derde deva.
Bu çeyrekte imalat sanayimizin de %4,9 oranında büyüdüğünü görüyoruz.
2013 yılının ilk çeyreğinde bu oran %1,8’di.
Sıkıntılı alanımız ise sık sık dile getirdiğimiz tarım verilerinde.
Geçen yılın ilk çeyreğindeki  %4,7’lik büyüme oranı, bu yıl %3,9’a düştü.
Genel olarak büyüme oranımızın artması iyi, ama daha kat etmemiz gereken çok mesafe var.
Hâlen kazandığımızdan fazlasını harcıyoruz.
Harcamalarımızı daha aşağıya çekmekten bahsetmiyorum, ama gelirimizi artırmalıyız.
2014 yılının ilk üç ayında, gelirlerimizden %5 daha fazla harcama yapmışız.
Bu da bizim, yabancı ülkelerden borç bulmamız gerektiğini ifade ediyor.
Kredi bulmalıyız, bağımlı kalmalıyız anlamı çıkıyor.
Cari açık yani döviz açığı yine en büyük sorunumuz.
Verilerde tüketimin azalmış olması ise önemli bir sorundur.
Tüketim azaldığında beklenen, halkın tasarrufunun artmasıdır.
Ama tasarruflar da artmamış.
Bu da piyasalardaki nakit döngüsünün, neredeyse durma noktasında olmasını açıklıyor.
1095 yılında ticareti ele geçirmiş olan doğudan, bu gücü geri alabilmek için Haçlı Seferleri başlamıştı.
Doğunun merkezi Kudüs’e ulaşılmış ve Haçlı Seferleri ile birçok Müslüman ve Yahudi kılıçtan geçirilmişti.
Artık Hıristiyanlar ticaret yollarına hükmediyordu.
Bir asır sonra, Hıristiyanlar’la savaşan Selahaddin Eyyubi Kudüs’ü tekrar Müslümanlar’a kazandırmıştı.
Anadolu halkı acılarını dindirmeye çalışıyordu yavaş yavaş.
Yapılan haksızlıkları onarmaya çalışıyordu ki, bu sefer Moğollar saldırıya geçti ve Selçuklu dağıldı.
Halk perişan, gelecek kaygısı içinde ve üzgündü.
Tam da bu sırada Mevlânâ ve Yunus Emre çıkıverdi.
İnsanlara sevgiyi ve aşkı şehir şehir dolaşıp anlatmaya başladılar.
Halk bu söylemleri benimsedi, artık manevi huzur oluşmuştu.
Zor koşullarda olmalarına rağmen inandılar, “sevgi” ise halkın kendi tasarrufuydu.
Sonu ise malum; inanmış, güçlü, maneviyatı yüksek halk ile İstanbul fethedildi. 3 kıtaya hükmeden bir millet doğdu.
Manevi tasarruf ile maddi tasarruf birbirine çok uzak örnekler gibi görünse de!..
Yapısal olarak baktığımızda, halkın parasal tasarruflarının da ekonomimize, büyümemize, özgüvenimize katkısı çok yüksek.
Halkın tasarrufu zor zamanda nefes aldırır, güce güç katar...