A Milli futbol takımız Estonya karşısında ki mücadelesi sıradan bir karşılaşma değildi. Sahaya sürülen oyuncu, maç esnasında sergilenen futbol ve oyun akışına göre değişikliklerle oldukça çok konuşulacak, dersler çıkarılacak bir maç oldu.
Kısacası Estonya karşılaşması sıradanlıktan çıkarılıp iyi analiz edildiği takdirde, futbolumuzun bugünü ve yarınlarını da kurtulacağının en güzel sinyallerini verdi.
Mücadelenin başlangıç düdüğünden itibaren pozisyon açıcından gelgitler yaşayan takımımızda, kartlık pozisyona kadar rakibin kalemizdeki iki etkili hücumu ve hemen ardından çıkan kırmızı kart bir anda maçın dönüm noktası oldu.
Her ne kadar ‘rakip bir kişi eksik kaldı’ şeklinde yorumlansa da oyunun geneline yansıyacak savunma anlayışı, ön planda ve kontra atak düşüncesine sahip bir Estonya takımı vardı sahada.
Dünya kupası elemelerinde ki ikinci maçta skorun lehimize olması, ihtiyaç duyulan morale kavuşmamızı sağlarken, gelecekle ilgili hesaplarımızı da gözden geçirilmesine yardımcı oldu.
Oyuncuların ortaya koydukları performans, kendi takımlarında ki başarılarına da yansıyacaktır.
Gol bölgesine en yakın simi Burak Yılmaz belki gol atmadı ama, rakip savunmayı tedirgin ederek ve zaman zaman etkili olabilecek pozisyonlarda Estonya savunmasını zor durumda bırakarak, rakibin bir kişi eksik kalmasına neden oldu.
Bunları Milli takım için söylemesi kolay ama Burak Yılmaz’ın benzer performansını (her birebir mücadelelerde top kayıpları sonrasında maçın hakemine dönüp ellerini açarak isyanları oynaması) ülkemizin gol kralına hiç mi hiç yakışmıyor(!)
Kendi ligimizde benzer hareketleri yaptığı takdirde, tribünlerin haklı tepkisini de göz önüne alması gerekiyor.
Ülkemizde sahada görev alacak futbolcu için tribün baskısı moda olmaya başladı. Fenerbahçe ve Alex’ten sonra benzer olay Milli takım ve Selçuk için geçerli.
Kadıköy’ün havasından mı nedendir yine altmışıncı dakikaya kadar dün Alex bugün ise Selçuk, Selçuk sesleri yükseldi.
Tepkinin görüntüsü o kadar net ki yaşananlar teknik adamın basın toplantısına kadar yansıyor. Abdullah Avcı her defasında dile getiriyor ‘Benim Selçuk’la bir sorunum’ yok diye....
Halbuki bunlar konuşulmalı 3-0 gibi farklı bir galibiyetin ardından. Konuşulması gereken galibiyetin bizler için en kadar anlamlı oluşu.
Orta sahada Mehmet Topal ve Emre, sonradan Selçuk’unda katılmasıyla tam bir uyum sağlanan bir orta saha…
Sıkça ligden örnekleme veriyoruz ama takımların başarısı için orta sahanın önemli bir kez daha gün yüzüne çıkıyor.
Yazımızın giriş bölümünde de değindiğimiz gibi başarı veya başarısızlık sadece Milli takımla sınırlı değil. Takım performansı direk ülke takımını da etkiliyor.
Emre ve Arda’nın sergilediği performansla ne demek istediğimiz sanırım anlaşılır.
Bir başka tespit ise her defasında gündeme gelen liderliğin önemi.’Her takımın mutlaka bir lidere ihtiyacı olmalı’ tezinin değeri Estonya karşısında Arda’nın sergilediği performansıyla daha iyi anlaşılmıştır.
Arda, yaptığı milimetrik asistlerle hücum oyuncularımızın rakip kalede etkili olmasını sağladı, Avrupa’nın en iyi takımında top koşturması rakip takım oyuncuları üzerinde baskı unsuru oldu.
Hal böyle olunca da zaman zaman devreye Emre girdi. O da takım arkadaşı Arda gibi üretkenliğini ortaya çıkardı. Bugün niçin İspanya’da olduğunun en güzel örneklerini sundu.
Onların oyuna katılımı ve gol bölgelerindeki aktif katılımları ile sadece takımının kazanmasını sağlamadı, gençlere de örnek oldu. Adeta ülkemizin futbol elçileri olduklarını gösterdiler.
Büyük başarılar kolay kazanılmıyor. Derler ya ‘doğumlar her zaman sancılı olur’ diye…
Abdullah Avcı yönetiminde ki milli takımın Estonya zaferini gerek skor gerekse ortaya konan futbol bakımında iyinin başlangıcı olarak görmekteyim.
O nedenle yazımızın adını ‘Geleceğe ‘milli’ yatırım’ olarak koyduk. Bugün ortaya çıkan tablo, geleceğin parlak oluşunun da habercisi, yeter ki ‘suni’ gündemlere takılmayalım.