Gündem Elmalı Davası…

Daha dün gibiydi; Sakarya’da bir tarikat liderinin çocuk istismarı. Çorum’da da 3 yaşında bir çocuğun sonu ölümle biten hazin hikayesi. İstanbul Esenyurt’ta enişte istismarı. 17 ilde birden yapılan operasyonlar ve on binlerce çocuk istismar görüntülerinin ele geçmesi, 20 kişinin göz altına alınışı. Yaz yaz bitmez. Bir çırpıda sayılacak gibi değiller… 

Vicdan yaşamın bizlere kattığı en kutsal değerdir. Elbette vicdan yaşamın kendisi değildir. Ama yaşamdan ayrı bir parçada değildir. Aynı şekilde maddede, doğal bedenlerimizde yaşamın ne kendisidir, ne de değildir…

Vicdanda, bedensel olan bütün duygularda önceki nesillerden bizlere aktarılarak gelir. Böylece ‘insan’ ilk yaratıldığı günkü gibi kalmaz. Her nesil ile birlikte; Üzerine koya koya gelişim sağlar, evrilir. Yerinde saymadan ilerler.

Biraz daha açalım.

Kendi kendimize kaldığımızda, iç dünyamız ile başbaşa iken yaşadığımız duygu selini “can” olarak ifade edebiliriz.

Fakat yaşadığınız toplum içinde, olan olaylar neticesinde duygularınızı harekete geçiren şey ise “can” değildir, “ruh”tur.

Hani genel olarak denir ya! 

“Hayvanların canı vardır. Ama ruhu yoktur.”

Evet, çünkü biliriz ki! Genel olarak hayvanlar, diğer hayvanlar darbe aldığında bir ruh ortaya koymazlar. Olana ses etmezler. Kenardan izlerler. Mesala merada otlayan inek yada koyunlardan birine şiddet uygulasan diğerleri dönüp bakmaz bile... Ve bir gün o şiddet mutlaka kendilerine de gelir. Bunu hesaplayamazlar. Ama kendi darbe aldığında var gücüyle, can havliyle kaçışırlar. Elbette şimdi de ona yardım gelmeyecektir. “Neyin var?” diyeni olmaz...

Bu sebeple de “Canı vardır ama ruhu yoktur.” denir.

Toplum olarak, gözümüzün önünde gelişen örneğin kadına şiddet olayına tepkisiz kalırsak, bizim ilk alacağımız tepki ‘ruhsuz’ olma ithamımız olacaktır… Toplumsal kültürü, ruhumuzu kaybettiğimiz ileri sürülecektir.

Diğer taraftan; Topluma zarar vermez ama kendi başımıza küsmüş, yılmış, bitmiş, bir kenarda kalmışsak ‘can’ı gitmiş olarak nitelendiriliriz.

Çünkü can; Bedensel acı, sevinç duyguları ile babadan, dededen, soydan gelir. Bu durum bütün yaşam türleri arasında aynıdır ve değiştirilemeyen özelliklerin aktarımıdır. Ve böylece soyların devamı sağlanır.

Peki Ruh?..

Ruh; Bir toplumun aldığı talim ve terbiyeyi, bir sonraki nesillerine aktarabilmesidir. Bu durumdan kültürler oluşur. Toplumsal ahlâk böyle doğar…

Kültür eğer bir sonraki nesle aktarılırken, insani değerler zinciri bozulmadan ama çağın gereklerine uygun olarak, gerekiyorsa değişerek aktarılmalıdır. İşte o zamanda ‘Çağdaş Toplum Kültürü’ oluşmuş olur.

Medeniyet ise; Gelişmiş ülke kültürlerini benimsemek olarak görüldüğünden “Tek dişi kalmış canavar” olarak ifade edilmiştir. Ama tam tersi çağın koşullarına göre ve elbette öz kültürüne uygun olma koşulu ile ‘kültürün güncellenmesi’ durumu olarakta görülebilir.

Türk toplumunun binlerce yıllık ahlâkı ise; Oğuz’dan Atilla’ya tüm Dünya’ya nam salmıştır. Çocuklarımız her daim toplumun geleceği olmuştur. 

Çünkü bilinir ki çocuk doğduğunda dinsel, hukuksal, ekonomik herhangi bir vicdan ile dünyaya gelmez. Vicdan, dedelerinden devraldıkları talim, terbiye, kültür ile oluşur. Çocuklarımız ne denli sağlıklı olursa, milletimizin geleceği de o denli sağlıklı olur. 

Yine Timur hanın karısına dil uzatılmasının akabinde neler yaptığına tüm Dünya şahitlik etmiştir. Ve dilden dile halen konuşulur. Toplumu toplum yapan aynı değerlerde buluşabilmeleridir. 

Kurtuluş mücadelemizin en önemli simgesi ve milletin egemenliğinin temel taşı olan; 23 Nisan günü çocuklarımıza armağan edilmiştir. Ve her yıl bayram coşkusuyla kutlanır. 

Sadece bu örneğe bile kaç millette rastlayabilirsiniz ki!..

Şurası çok açık! Çocuğa da kadına da yapılan bu istismarlar bizden olamaz.

Dili, ekonomisi, hukuku çok güçlü bir toplum olmadan, (Ki onlar bile bu riske girmediler.) dedelerimizin mirası olan binlerce yıllık kültürel sınırlarımızın delik deşik edilmesi, farklı milletlerin bitmeyen göçü bizleri her seferinde daha büyük bir bilinmeze sürüklüyor. 

Kültürel sınırların deşilmesi, siyasi ve ekonomik sınırların deşilmesini hızlandırıyor. 

Ve içimizdeki yangını söndürmüyor…

İşte o zaman şimdi tam sırası… Gelin yazımızı Neyzen Tevfik ile noktalayalım; 

Maalesef “Geldikleri gibi gitmediler. Kimi bitini bıraktı, kimi itini, kimi de p….”