İkinci üç aylık dönemde %4,4’lük ve ilk altı aylık dönemde ise %3,7’lik büyüme sağladık. Büyüme oranlarının hesabı, milli gelirdeki artış üzerinden yapılmaktadır. Milli gelir ise o ülkenin mal ve hizmet üretimlerindeki artışlardan hesaplanır.
Milli gelir üzerinden de, ülkenin kişi başına düşen milli geliri hesaplanmaktadır.
Kişi başı milli gelirimiz 2002 yılında 3.490 USD iken, bugün kişi başına düşen milli gelirimiz 10.600 USD seviyelerindedir. Milli gelirimizdeki bu 3 kat büyüme, Türkiye’de yaşayan bireylerin zenginleştiği anlamına gelmez. Yani, en azından çoğumuzun cebine direkt katkı sağlamaz.
Kapitalizmin özünde de olan, gelir dağılımında bu farklılıkların ve hatta uçurumların oluşması sebebiyle, bireyler bu büyümeyi çoğu zaman endirekt olarak hisseder.
Endirekt hissedebileceğimiz bu artışlar, şirketlerin olası satış ve kârlılıklarının artması sebebiyle maaş zammı veya çevre koşullarımızın iyileşmesi şeklinde olabilir. Otoyolların, çocuk parklarının iyileşmesi gibi.
Milli gelirdeki bu artıştan faydalanma, her kesim için aynı olmamasına rağmen, büyümenin yarattığı maliyet artışları ve dolayısıyla gelen zamlar maalesef aynı oranda dağılabiliyor.
Örneğin, tüm mamulleri direkt etkileyen benzin fiyatları 2002 yılında 1,60 TL iken, bugün 4,90 TL’dir. Bu artışın da 3,06 kat olduğunu ifade edebiliriz.
Oluşmuş bu zamlar ise herkese eşit olarak dağılıyor. Bireyler benzini doğrudan kullansın ya da kullanmasın, benzin tüm mamullere sirayet ettiğinden, maliyeti de otomatik olarak dağıtılıyor.
Açıklanan büyüme ve zam oranları, bugünün meselesi olsa da, sistem tabii ki bugünün meselesi değil. Bu sistemin, yani kapitalizmin, iyileşmeye müsait bir sistem olduğu unutulmayıp takip edilir ve istenirse, yasalarla pekâlâ iyileştirilebilir.
Bazen, enflasyon artışları, yani zamlar, her ürüne eşit dağıtılmayarak, gelir dağılımıyla ve talebe göre bir denge kurulmaya çalışılıyor. Bu zamlar, Bakanlar Kurulu kararıyla farklı dağıtılabiliyor.
Bugüne kadar, bu dağılımdan en fazla payı da alkol ve sigara almaktadır. Fakat bu da milli gelir dağılımına denge getirmeyi sağlamamıştır. Milli gelirden her zaman daha çok faydalananlar, tabii ki daha fazla alkol ve tütün tüketmeyebilir. Gelir seviyesi düşük olanların da alkol-sigara tüketiminde bulunduğunu görüyoruz.
Türkiye’de, tüketim taleplerinin %24’ü gıda ve alkolsüz içeceklere, %7’si giyime, % 17’si konuta, % 18’i ulaşım ve haberleşmeye giderken, kalan %34’ü diğer ve alkol-sigara olarak hesaplanmıştır.
Hazır bu oranları vermişken, milli gelirin dağılımını da pekiştirebiliriz. Çiftçi ürettiği domatesi 0,60 kuruştan markete satarken, market aynı domatesi tüketiciye 2,20 kuruşa satmaktadır. Mal bedelinin %73’ü markete kalırken sadece, %27’si üreticisine kalmaktadır.
Milli gelirin direkt ya da endirekt artması, ülkenin tüm bireylerine mutlaka fayda sağlar. Kimine fazla, kimine az.
Bunca rakamda ne? demeyin…
Yavaş yavaş marjinalleşen maneviyatımızda, düzelme ümidi görmüyorsak, rakamları daha önce hiç olmadığından çok anlamaya ihtiyacımız var demektir…