2015 seçimleri tamamlandı, geçmiş dönemlerdeki AKP, CHP ve MHP çekişmesine HDP dâhil oldu.
HDP’nin dâhil olmasının sebebi tepki oyları olarak gösterildi.
AKP yönetiminden, CHP ve MHP’nin muhalefetinden memnun olmayan halkın bir kısmı HDP’ye oy verdi.
Bir önceki genel seçimle kıyaslandığında;
AKP %49,92’den %40,8’e düşmüş,
CHP %25,9’dan % 24,9’a düşmüş,
MHP %12,9’dan %16,3’ye yükselmiş,
HDP(BDP) ise %6,5’ten %13,1’e yükselmiş.
HDP’den normal koşullarda böyle bir yükseliş beklenmezdi ama tepki oylarının  algı yönetimi ile HDP’de toplanması sağlandı.
Oranları incelediğimizde; özellikle AKP seçmeninin tepkisini dile getirmek için HDP’ye yöneldiği görülüyor.
Bu düşüş ve tepki oylarından AKP’nin, 
Bunca tepkiye rağmen tercih edilmemesinden ve hatta gerilemesinden CHP’nin,
Milli sınırlar için endişe edildiği bir dönemde Milliyetçi Hareket Partisi’nin beklenenin çok altında kalmasından,
Bir ders çıkartmaları gerekir.
Ve ilk defa genel seçimlerden bir kazanan çıkmadı.
HDP kazanan gibi görünse de emanet oyların ve bu oyları tutma imkânının olmadığının farkında.  
13 yıllık tek parti hükümetinin ardından nasıl bir bölünme yaşandı ise hükümet kurmak mucizelere kalmış.
Hepsi diğeri ile koalisyon yapmayacağını söylüyor.
İşte bu durum bir ilk ya da uyanış.
Efsane kuş Zümrüd-ü Anka’nın uyanışı gibi.
İnanışa göre; 
Anka kuşu öleceğini anladığı zaman kuru dallardan bir yuva yapar ve dışını bir sıvı ile kaplar. 
Yuvaya girer ve bekler. 
Güneş ışınları yuvayı yakar; hasta ve ölmeye yüz tutmuş anka kuşu gider ve yerine yavru anka kuşu gelir.
Halkın bu seçimlerde verdiği mesajları politikacılarımız iyi okumalı.
Ve tepeden tırnağa, finanstan üretime, işsizlikten dış borca, hem kendini hem sistemi detaylıca sorgulamalılar.
Gerekirse borç almadan yaşayabilmek için, mandacılıktan kurtulabilmek için, daha bu sene Beşiktaş Spor Klübünün yaptığı gibi kalıcı mutluluk için, geçici olarak alışkanlıklara, esenliğe feda etmeyi de bilmeliyiz. 
Çünkü son yıllarda ürettiğimizin fazlasını tükettik yani borç yedik.
Merkez Bankası 400 milyar USD’nin üzerinde dış borç açıkladı.
Bu tutar çok uzun yıllarda ödenebilecek bir borç ve aynı oranda üretim sanayimiz, varlığımız artmadı.
Kimse kimseye parasını “vermiş olmak” için vermez.
Hele uğrumuza haçlı ordusu kurmuş ülkeler hiç vermez. 
İşte bu sorgulama onu için önemli; uyanışı ve yeniden doğuşu sağlayabilmeli.
———————————————
Dünya’da insanların “bağış ve yardımlaşmaya” bakışları araştırıldı.
Bireylerin yardım kurumlarına nakit olarak ya da faaliyetlerde gönüllü çalışma ve tanımadıkları kişilere yardım etmek isteyip istemeyecekleri araştırıldı.
Türkiye 135 ülke içinde; 
Yardım kuruluşlarına bağışta bulunmada 112’nci,
Gönüllü hizmetlerde 132’nci,
Genel ortalama da 128’nci sırada.
Nerelerden nerelere!!!
Günümüz koşullarına bakıldığında halkın  büyük bir kısmı işsiz, banka kredi borçlarını ya da kredi kartı borçlarını bile ödeyemez halde. 
“Bağış yapacak hal mi var?” da denebilir.
Ama koşulları zorlayıp etrafımızda yardıma ihtiyacı olan kişilere yardım etmemiz gerek.
Komşumuz muhtaçken bizim mutlu olabilmemiz imkânsız.
İnsanın fıtratında yardımlaşma vardır.
Dinimizde de bu açıkça belirtilmiştir.
Yaradılışımızda; karakterimiz, mizacımız, tabiatımız oluşurken yardımlaşma hamura eklendi.
Fıtrat konusu açılmışken madenler de, sanayi de çalışan işçilerin kaza geçirmesi hatta hayatını kaybetmesi madenciliğin fıtratında olamaz.
Çünkü işveren, işe başlamadan önce “çalışanlar hayatını kaybedebilir” diyerek madenciliği kurgulamaz.
Atalarımızın yardımlaşmaya, bağış meselesine ne kadar önem ve değer verdiğini biliyoruz.
Peki neden 135 ülke içinde 128’nci olduk?
İnsanoğlu var olurken hamuruna eklenen yardımlaşma duygusunu Türkiye ne zaman kaybetti?
Sanırım bu duygu, sanayi toplumuna geçilmesi ile yavaş yavaş aramızdan ayrıldı.
Neden ayrılmasın ki? İnsana robot muamelesi yapılmaya başlandı.
Yolda arabası arızalanmış birini görsek görmezden geliyoruz.
Ya çok acil işimiz oluyor ya da korkuyoruz.
Yine bu araştırmaya göre; 
Türk halkının % 10’u para ile bağış yapabilir durumda.
% 4’ü gönüllü olarak faaliyetin içinde yer alabilir.
Unutmayalım ki!
Bağış ve yardımlaşmanın olduğu yerde insanlık henüz ölmemiş demektir.
Atatürk 1912’de;
Balkanlarda ayaklanmalar baş gösterdiğinde, subayların bile ayaklandığı bir dönemde,
Ordunun bir bölümünün taraf olduğu ve birliğini koruyamadığı bir dönemde,
Meclisi Mebusan’da isyancıların kabinesi kurulmuşken,
Osmanlı’da komutanlar ve valiler isyancıların isteği doğrultusunda değiştirilirken,
Döneminde, deli ve edepsiz olarak ifade edilen Damat Ferit Paşa vali olduğunda,
İsyancılar (Halâskârlar) İstanbul’da güçlendiğinde,
İlk bölünmeler başladığında; Arnavutluk, Selanik, Mekadonya kaybedildiğinde,
Bugünkü başkanlık sistemine benzeyen, o günkü meclisin “Milliyetlere göre mahalli bölünme” talep ettiği ve Abdülhamit’in “Çok başlılık olmaz” dediği günlerde,
Atatürk dedi ki “Yurdumuz ve milletimiz esenliğe çıkacaktır. Çünkü kendi esenliği ve mutluluğunu, milletin, ülkenin esenliği ve mutluluğu için feda edecek evlatları çoktur.”
İşte o günlerde gösterilen üstün başarıların baş sebebi halkın birbiri ile yardımlaşma bilinci, milletini kendi menfaatlerinin önünde görmesi, insanların birbirlerine olan sevgi ve saygısı düşman ülkelerin çok önündeydi.
Bunu onca zorluk ve imkânsızlıklara rağmen, düşmanların geri püskürtülmesinden anlayabiliriz.
Bugün ise 135 ülke içinde 128’nci sıradayız.
Başkanlık sistemi konusu açılmışken...
Her bölgenin ayrı başbakanı olacaksa, Padişahımız Abdülhamit’in ifade ettiği gibi “Çok başlılık olmaz” cümlesi konuyu çok iyi anlatmış olur. 
“Nerede çokluk orada ..........”
Başkanlık sisteminin bir benzerini de Büyük Ortadoğu projesinde görebiliriz.
İsrail’in güçlü ve önde olduğu, 
Fas, Pakistan, Afganistan, Suriye, Kuveyt, Katar, Ürdün, İran, Azerbaycan, Yemen, Filistin, Libya, Irak, Türkiye’nin içinde olduğu, 
Bölge de yaşayan halkın büyük çoğunluğunun müslüman olduğu ve az sayıdaki Yahudinin bu bölgeyi ve bölgedekileri yönettiği bir sistem...