Onu uğurlamak üzere cami avlusunda dostlarla üzüntülerimizi paylaşıyoruz. Hocalarımızdan biri gözleri dolu olarak, sıcak ve acı bir anısını aktardı: -“Geçenlerde Hocamı ziyarete gittim. Onu her zamankinden daha düşünceli buldum. Bu hali anlamak istediğimi derhal hisseti ve bana; “kardeşim bin bir emek ve çileyle yazmaya çalışıyorum. Okunmuyor, hemen hemen hiçbir tepki alamıyorum. Bu beni çok düşündürüyor. Beni çok üzüyor. Tasdik beklemiyorum, tenkit de makbulüm ama bu cevapsızlık dayanılır gibi değil…” Bunu Hocamızın son dersi ve önemli mesaj olarak kabul ediyorum. Durmuş Hocaoğlu, konuşurken; gönlümüzü titreten, beynimize ışık huzmeleri gönderen çıkışlar yapardı. Kendine mahsus üslubu, bakışlarındaki derinlik, halinde sezilebilen vakit geçiyor tedirginliği, bilge kişiliğini farklı kılardı. Vefat haberi, çoğumuzda; “acaba bir yanlışlık mı var” ümidiyle karşılandı. Yanlışlık yoktu, vakit tamamdı… Hocamız, yazdığı gibi, konuştuğu gibi, kürsüde durduğu gibi veda ediyordu… Hayatını, inançlarına, milletine, ilme irfana ve özellikle de talebelerine vakfetmiş hocamız, milletimizin dertlerinin devasını bulmak üzere olan bir ruh haliyle gecelerini gündüzlere katıyordu. Son zamanlarda uyku saatleri iki saate kadar inmişti. Çalışma temposu dostlarını ve talebelerini endişelendirmekte idi. Kendisine bu hususta yapılmaya çalışılan ikazları duymazlıktan geliyordu. Sessiz gecelerinin iki düşmanı vardı sigara ve çay… Lakin bunları uykusunu kovmak, zihnini açık tutmak için bağrına basmıştı. Bırakmaya da asla niyeti olmadığı bilinirdi. Hocamızın çok sayıda makale ve tebliğinin yanı sıra yayınlanmış sıra dışı üç tane kitabını biliyorum; “Düşük Şiddetli Devrim”, “Devletçilik Bumerangı”, “Laisizm’den Milli Sekülerizm’e”, “Laiklik Sorununun Felsefi Çözümlemesi.” Bu eserler derin tefekkür mahsulü ve bu gün de yol gösterici eserlerdir. 1995 yılında yayınlanmış olan “Milli Sekülerizim…” konulu eseri, ülkeyi “laikçilik” ve ondan mamul sentetik meseleler kaosuna sürükleyenler ve onların karşısındakiler okuyacak olsalar inanıyorum ki, ortak akılda birleşebilecekler ve kavga sona erecektir. Yine hocamızın 2002 yılında yayınlanmış “Devletçilik Bumerangı” adlı eseri ülkeyi yönetme hakkını kendinde bulanlarca okunabilseydi bu gün şahidi olduğumuz hukuksuzlukların ve kurtuluş reçetesi tekelciliği yapanların bu hataları bu kadar yıkıcı olmaya bilirdi. “Bakınız hocamız bundan sekiz yıl önce ne söylemiş: “Bumerang Etkisi: Bumerang adındaki garip ama etkili ilkel âletten farklı olarak, geriye tepen sosyal olayları ve olguları ifâde etmektedir. Bu geri tepip atanın başına patlayan bumeranglardan birisi, "Siyâsî İslâm(cılık) Bumerangı"dır, diğeri de "Devlet(çilik) Bumerangı". Bunlardan birincisi, gûyâ İslâm’a ve Müslümanlara daha yararlı olmak isterken tam aksine İslâm’a ve Müslümanlara; ikincisi de gûyâ Devlet’e daha yararlı olmak isterken Devlet’e ve Millet’e zarar veren tesirler hâsıl etmişlerdir ve etmektedirler. Siyasete normal dışı yollardan müdahale edilerek Türk milletinin üstüne gidilmesi ve üstelik bunda da ölçünün ve dozun kaçırılması, bu noktada tipik bir “Bumerang Etkisi" hasıl etmiş ve toplumdaki bu uyanışı, politik olgunlaşmayı, siyasî ergenlik bilincini daha da hızlandırmaya başlamıştır. Ey Devlet’i savunmada ölçüyü kaçıranlar! Devlet’in başına isâbet ettirdiğiniz bumeranglara dikkat! Bugünün yârını da var ve yârın hiçbir şey yoksa dahi, Tarih denen mahkeme var!” Hocamıza Allah’tan sonsuz rahmet, aile efradına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.