17 Ağustos 1999 Marmara Depreminin 12. yıldönümü münasebetiyle, Hükümet “Ulusal Deprem Startejisi ve Eylem Planı” isimli bir belge yayınlayarak, depremlerin neden olabileceği, fiziksel, ekonomik, sosyal ve çevresel zararları önlemenin etkilerini azaltmanın ve depreme dirençli, sürdürülebilir yeni yaşam çevreleri oluşturmanın temel hedef olduğunu belirtmektedir. Türkiye, bir deprem ülkesidir. Depremlerden kurtulmak mümkün değildir. 1950 yılından beri vuku bulan depremlerde, yaklaşık kırk bin kişinin yaşamını yitirdiği bilinmektedir. Başbakan Yardımcısı Sn. Beşir Atalay, “17 Ağustos Depreminden ders alınmış ve vatandaşlarımızda afet bilinci oluşmuştur” demektedir. Kısa adı AFAD olan Afet ve Acil Durum İdaresi Başkanlığında, hazırlıkların 72 akademisyen ve uzmanlar tarafından yapıldığını ifade etmekte ve bu amaçla 8 ayrı komisyon kurulduğunu bildirmektedir. Ayrıca, konuyla ilgili sivil toplum örgütlerinin de görüşleri alınmıştır. Yıllarca devlette çalışmış birisi olarak, işlerin böyle, komisyonlara havale edilip, hiçbir netice alınmadığını yaşamış bulunmaktayım! Zaten, bizim millet ve idare olarak en büyük özelliğimiz, kağıt üzerinde, fevkalade güzel planlar, programlar, belgeler hazırlayarak, bunları bir türlü tatbikata geçirememiş olmamızdır. Bazı işlerin yapılmış olmasına rağmen, bu belgenin de unutularak, rafta kalacağından endişe etmekteyim. Bu belgenin dışında, şöyle duruma bir bakalım. Deprem riski ile sık sık karşılaşan Japonya’da, 8 büyüklüğündeki depremlerde bile can kaybı olmamaktadır. Son depremde ölenler, deprem nedeniyle değil, Tsunami öngörüp, tedbirler alınmadığı için hayatlarını kaybetmişlerdir. Eminim ki, Japonlar kısa sürede, Tsunami olayına karşı da, gereken tedbirleri alacaklardır. Bizde ise, deprem kayıpları, binaların yıkılması sonucu meydana gelmektedir. Sağlıksız kentleşme, çürük, çarık binalar inşa eden müteahhitlerin, rant kazanmak ve ceplerini doldurmaktan başka kaygıları olmadığından, büyük can kayıpları meydana gelmektedir. Yapılan binaların sağlamlığı konusunda Mülki, Yerel ve Merkezi İdareden ciddi bir kontrol yoktur. Çok kere iltimas ve rüşvet yolu ile ruhsatlar ve izinler alınmaktadır. Son yıllarda, özellikle İstanbul başta olmak üzere, büyük şehirlerde konut sektöründe, hızlı bir yapılaşma devam etmektedir. Öncelikle şunu ifade edeyim ki, özelleştirme adı altında satılan, talan edilen, peşkeş çekilen arazilerde, kat üzerine kat olarak inşa edilen binalarda, vatandaşımızın ve halkımızın herhangi bir çıkarı yoktur! Çıkılan her kat, yapılan her daire, müteahhitte rant olarak geri dönmektedir. İnşaatlar bitince, buralara masum insanlar taşınmakta ve en ufak bir depremde, tehlike altında kalmaktadırlar. Örneğin, 17 Ağustos depreminde benim ve mahallelinin sığındığı ve özgürlük parkının, tabi uzantısı olan meteoroloji bahçesinde, bugün bir katliam gerçekleştirilmektedir. Ağaçlar ve bitki örtüsü tahrip edilerek, yerine her biri 50’şer katlı beton yığınları yükselmektedir. Tüm mahalle halkının şikayetine rağmen, bu durumu hiç kimse önleyememiştir. Bunlar satılacak ve müteahhidin cebi dolacaktır. Aynı şekilde, karayolları arazisi, Mecidiyeköy eski iftar çadırı arazisi rantlara teslim edilmiştir. Buralara, iğrenç beton yığınları yapılmıştır. Şimdi sıra, eski Ali Samiyen Stadının katledilerek, rant sağlanmasına gelmiştir. Netice itibariyle, elde ne kadar kalan arazi ve arsa varsa talan edilecek ve başta İstanbul olmak üzere, vatandaşa nefes alacak yer ve park kalmayacaktır. Ne yazık ki, bu duruma hiç kimse, yetkili dur diyememektedir. Oysa, bütün buralar çocuklarımızın, halkımızın nefes alacağı ve asıl önemlisi depremlerde sığınılacak, toplanma yerleri olarak kullanılmalıdır. Netice itibariyle, tüm buralar yemyeşil park olmalıdır. 17 Ağustos felaketinden acaba ders alındı mı? Buna, ‘evet!’ demek mümkün değildir. Zira deprem bölgesi olan, sık sık depremlere maruz kalan Sakarya, Adapazarı, Gölcük’te tekrar 4 katlı binaların yapıldığını görüyoruz. Ayrıca, Sakarya’da deprem riski taşıyan yerler imara açılmış ve sağlam olmayan binalar yapılmaktadır. Eğer depremden ders alacaksak, mevcut ve yeni binaların depreme dayanıklı şekilde inşaatına önem vermeliyiz. Depremin tahribatını, önceden önlemek şarttır. Bu yapılmamaktadır. Bu nedenle, depremle ilgili belgenin, fazla etkili olamayacağını, bunun bir dostlar alışverişte görsün belgesi olduğunu ifade ederek, Allah’a, bizi böyle felaketlerden korumasına, dua etmekten başka çare kalmadığını ifade etmek istiyorum.