Kapsamlı görüşmelerin başlamasıyla birlikte dikkat çeken ilk konu iki görüşmecinin de çok rahat olmadıkları yönündedir… Çünkü ta baştan, iki liderin Kıbrıs’ta barışı getirebilecek siyasi görüşlere sahip olduğu ve bu yüzden çözümün de kolay olacağı değerlendirmeleri yapılıyordu! Yani, özellikle Annan Planı’nda bizde ‘evet’ dedirtmek için öncülük edenler, bu iki görüşmeci ile, Kıbrıs’ta çözümün tereyağından kıl çeker gibi kolay olacağını umuyor, halkı da bu çizgide yönlendirmeye çalışıyorlardı! Oysa görüşme süreci yaklaştıkça ve gün gelip çatınca, Kıbrıs’ta çözümün hiç de kolay olmayacağı, eğer olursa da çok uzun bir süre alacağı, görüşme sonrası yapılan açıklamalardan da belli oluyor! Kıbrıs’ta çözüm şimdi, tereyağından kıl çeker gibi değil, domuzdan kıl koparır kadar zor bir süreç içine girmiştir… Çözümün önünde iki engel vardır; Bunlardan birisi Kıbrıslı Türklerin, diğeri de Kıbrıslı Rumların kırmızı çizgileridir… Rum lider Hristofyas, her ne kadar zaman-zaman ulusal politikaları olan kırmızı çizgileri biraz sulandıracak olsa, kafasına tokmağı yemiş ve kendine gelmiş, Kıbrıslı Türklere taviz vermesinin mümkün olmadığını söylemek zorunda kalmıştır… Hristofyas yoldaş da bu tavrıyla, geçmiş görüşmecilerden farklı olmadığını göstermiş, biz de ki ‘çözüm’ yanlılarını hayal kırıklığı içinde bırakmıştır… Kıbrıslı Rumların, kırmızı çizgilerinin başında, Türkiyesiz, garantörsüz, kanadı kırık bir Kıbrıslı Türklerle önce anlaşma yapıp, sonra adayı Helen adası yapmaktır… Helenizm onların genlerine işlemiş ve bunun dışında bir politikayı anında devirecek büyük bir güçtür… Kıbrıslı Türklerin kırmızı çizgilerinin başında da Türkiye’nin garantörlüğü ve Türk askerinin varlığı gelmektedir. Çünkü Kıbrıs Türkü geçmişte yaşanan deneyimleriyle de bilmektedir ki, adada Rumlar kadar eşit olabilmek için bunlar olmazsa olmazlardır! Her ne kadar, bir kısım çevrelerce geçmişte yaşananlar sanki hiç yaşanmamış gibi gösterilmeye çalışılsa ve bunları hatırlatanlar ‘şöven’ olarak nitelendirilse de, Kıbrıs Türkünün geçmişte yaşananları unutması mümkün değildir, hiçbir güç de bunu unutturacak kadar kuvvetli değildir! Hem Güney’de hem de Kuzey’de yapılan anketler de göstermektedir ki, iki halkın bundan böyle üniter bir devlet içinde yaşamasının imkan ve ihtimali yoktur… Kıbrıs Türkü bir kez daha göstermiştir ki, adanın sahibi olduğu gerçeğini unutmamış, bunun da ancak bazı güvencelerle gerçek olabileceği, bunların da en derin kırmızı çizgiler olan Türkiye’nin garantörlüğü olduğu gerçeğine inanan bir toplum olduğunu düşünmektedir… İki görüşmeci, Talat ve Hristofyas muhakkak ki kişi olarak barış isteyen, dostluktan ve çözümde yana insanlar olabilir… Ama bu süreçte tek başlarına değildirler ve arkalarında önce toplumları, sonra arkalarını yasladıkları garantör ülkeler ve daha da önemlisi ülke insanlarına vaat ettikleri mutlu, huzurlu ve savaşsız bir gelecek vardır! Bu süreç çok zorlu geçecek olup, yukarıda ki nedenler ile kırmızı çizgilerin derinliğinden dolayı görüşmelerin ansızın kopabileceği ihtimali büyüktür… Çünkü iki görüşmecinin de taviz verme lüksü yoktur ve taviz veren görüşmeci de kendi toplumları tarafından zaten aforoz edilecektir. Biz, sayın Talat’a olan güvenimizi bir kez daha yenilemek istiyoruz… Ve çok iyi biliyoruz ki, masada Türk tarafını başarı ile de temsil edecektir.. Ama bu işin tereyağından kıl çeker gibi olmayacağının, aksine domuzdan kıl koparma süreci olduğunun bilincinde olunmasında fayda vardır..