Her keşifte olduğu gibi para keşfiyle de; Para kullananın zihniyetine bağlı olarak, güzellik ya da çirkinliğin yolu açıldı.

Para Lidya’lılardan önce de kullanılmaktaydı. Ama alışverişte güven vermeyen, değer ölçme, karşılaştırması güç bir yöntemdi. Ok uçları, metal parçalar, kakao çekirdeği, deniz kabukları, av hayvanlarının dişleri vs. çok sayıda para amaçlı kullanım oldu. Ama insana medeniyeti, düşünme yetisini kazandıran Lidya’lıların bulduğu, her birinin içinde aynı oranda altın bulunan metal paralar oldu. Bu elbette Lidya kralı ve danışmanlarının büyük dehasıydı. Metal para insanlık için çok kıymetli bir devrimdi. Bu sayede büyük büyük havaleli mallar kolayca cepte taşınabiliniyordu. Ve en güzeli de paslanmıyor, küflenmiyor, eğrilip bükülmüyordu. Böylece halk pazarlarında terazisi olmayanlar bile satış yapma imkânı buldu. Almak, satmak, ölçmek, tartmak kolaylaştı. Bundan önceki dönemde, paranın farklı farklı metaryeller olduğu dönemdeki gibi; Artık biçimi, şekli, büyüklüğü farklılık göstermiyordu. Yani her biri farklı ebatta ve ağırlıkta olan, örneğin irili ufaklı deniz kabukları gibi her bir adetini tek tek değerleme ve satılacak ürün ile denkleme zahmeti, ortadan kalkmış oldu. Ayrıca Lidya kralı, yeni metal paranın içindeki altın oranın sabitliğine garanti vermişti. Herkes biliyordu ki her bir yuvarlak metal, bir çiftçinin on el arabası ekini kadardı. Her bir metal para, aynı ebat ve ağırlıktaydı. Üzerinde kral resmi ve arması basılıydı. Görseli de şık ve etkileyici idi. Hepsinde altın gramajı kesinlikle sabitti. En eğitimsiz insan bile bu özelliklerinden dolayı metal paraya anlam ve değer veriyordu. Yeni çığır açılmış, pazarda her seferinde tek tek ölçme, biçme dönemi artık kapanmıştı. 

Alışverişi kolaylaştıran bu keşif ile Lidya’nın da çehresi değişti. Anadolu’nun bağrı Lidya, bir anda büyük, tanınan bir ticaret merkezi haline geldi. Haliyle Lidyalılar çok zenginleşti. Tüm Dünya’dan tüccarlar Lidya’ya akıyordu. Lidya kocaman bir fuar alanı gibiydi. 

Halk edebiyatımıza da “Karûn kadar malın olsa ne fayda”, “Karûn kadar zengin olmak” deyimleri ile tanıdığımız Lidya kralı Karûn ve halkının, zenginlik gözlerini kamaştırmıştı. En kaliteli parfümler, güzellik kremleri, mücevherler oradaydı. Fakat bir süre sonra olan oldu. Zenginleşmeleri ile birlikte üzerlerine bir tembellik çöktü. Tek yaptıkları, ‘boş zaman tüketmek’ oldu. İslam dininden de çok iyi bildiğimiz üzere “Ürettiğinden çok tüketen toplumlar, yani tüketim toplumları, kısa sürede tükenecektirler”. Lidya’lılar zar atıp kumar oynuyorlar. Bol bol içiyorlardı. Mezarlarını bile altından yapmaya başladılar. Anlamsız lüks harcamalar, savurganlık hat safhadaydı. Haliyle batıllaşmada o topraklara geliverdi. Kral Karun danışmanlara, liyakata değil, taşları havaya atıp düşüşlerine kelam eden büyücülere kulak verir oldu. Ve bir gün, bir büyücü kendisine “Perslerin kapısına dayanacağını ve krallığını çökerteceğini” söyledi. Karun çok heyecanlandı. Dönemin en güçlü ordularından birini yeneceği sanki vahyedilmişti. Ayrıca hesaba kitaba hiç gerek yoktu. Zenginliği, kendini kutsal kahin, her şeyin onun için yaratıldığını zannetmesine sebep olmuştu. Eee büyücüsü de haber verdiyse bu iş kesindi… Hemen, vakit kaybetmeden ordusu ile birlikte Pers kapılarına dayandı. Ama Pers orduları çok güçlüydü, Lidyalılar ağır bir yenilgi aldı. Pers’ler Karûnu ve ordusunu Lidya’ya kadar kovaladı. Ve Lidyayı ele geçirdi. Her yeri yağmaladılar. Evet büyücü görmüştü ama çökecek krallığın hangisi olacağını görememişti.

Evet ilk metal para…

Metal paranın aynı ebatta ve ağırlıkta olması, yani eşitliği… Çok farklı eşitlikleri de yanında getirdi. O dönemin Yunan edebiyatçıları Lidya’da kadınların kocalarını seçebildiğini şaşırarak yazıyorlar. Bu o dönemin insanları için olağanüstü bir değişim… Çünkü kadınlarda, paranın getirdiği kolaylık sayesinde ticaret yapabiliyordu. Artık parası, gücü vardı, seçebilirdi. O güne kadar eşitlenme işi üzerine hiç düşünülmemişti. Cinsiyet eşitliğinin yanı sıra, ırk, politik, insani eşitlikler, haklar bir bir eşitlenmek gerekliliği doğdu. Ayrıca bu çok büyük halk pazarları o güne kadar görülmemiş bir düzen de getirmişti. Okur yazarlık artmıştı. Sanatta ilerledi. Hayaller, hedefler oluştu. Tiyatrolar dolup taştı. Düşünsenize o güne kadar mal karşılığı seyirci toplayabilen tiyatrolar hem tiyatrocuya hem de halka pek de cazip gelmiyordu. Elinde bir koyun ile tiyatro kuyruğunda beklemek. Ya da gösterisini yaptıktan sonra onca hayvanı, malı eve nasıl taşıyacağını, çok geleni kime satacağını bulmak kolay olmuyor, zaman alıyordu. Ve en güzeli de halk pazarına herkes gidebilecekti, haliyle herkes hesap yapma ihtiyacı duymuştu. Böylece düşünme eylemi birkaç burjuvadan, kişilere iniverdi. Düşünen, kafa yoran bir halk oluşuyordu. Bu halk artık daha faydalı işlerin peşine düşecekti. Daha verimli çalışmayı öğrenecekti. 

Ama şimdi değineceğimiz üzere, parayı araç yapmak son derece yüksek bilinç ve yüksek ahlak gerektirir. Çünkü bu sistemsel kolaylıklar sayesinde ‘borç’ almakta kolaylaştı. Borç almamak ise önemli bir “Dünya Görüşü”, “Yaradılış Görüşü” gerektirir.

Metal paranın keşfinin ardından, maalesef bir çok toplum da ‘borç esaretini’ tüketmek yüzünden adeta telef oldu. 

Hatta demokrasinin geldiğine inanılan Antik Yunan’da, yine halkın çok fazla borca, tefeye boğulduğu bir dönem de Atinalı Devlet adamları halkın borçları silen bir af yasası üzerine çalıştılar. Ve hızlıca uyguladılar. Evet böylece “Mali Af” da keşfedilmiş oldu. Ve tekrar borç esaretine girmek yasaklandı. Af ile birlikte borç batağındaki toplum bir anda rahatlayıvermişti. İnsanların psikolojilerini bozan, üzerinde büyük ağırlık yapan esaret, borç yükü emir ile hafiflemişti. Tabi haliyle senatörlerde siyaseten fazlaca parlamıştı. 

Esaret kara delik gibidir. Esaret tüketen, kaçınılmaz olarak kendini tüketir. Yıllar sonra bir gün paranın anlamını halen kavrayamamış toplumlar, yine bu borç esaretini tüketmeye başladılar. O siyasetçiler de Antik Yunan’daki bu uygulamayı takip ettiler. Yine, ve yine, ve sonra yine aynı mali af yasasını gündeme aldılar. 

İyi de para; Çalışabilecek yıllarını, çalışmadan yaşayacak kadar biriktirilecek bir keşif değildi. İnsanı lüks tüketime, boş zaman tüketimine yönlendirecek kadar biriktirmek doğaya, eko sisteme, pazar kavramına, teraziye, adalete, toplumsal yaşama, hakka, hukuka aykırıydı. Hele hele biriktirmeden, başkasının çalışmışlıklarını borç alarak lüks yaşamak çok daha tehlikeliydi. Güzel yaşayacağın anları, hatta çocuklarının güzel yaşayacağı zamanları dahi borç esaretine ipotekliyenler oldu. Bu başı bozukluk; Güzel zamanları, çalışıp, üretip, para kazanıp sana borç verenin kullanımına aktarılmasına sebep oldu. 

İşte bu sebeple affetmek, bir anlamda borç esaretini sevimli göstermek, ‘aman iyi ki yemişim’ duygusunu yaşatmak, esareti de katlayarak büyüttü. “İyi ki af getirdi” dediğin kişi, aslında iyi niyetler ile ve muhtemelen bilmeden sana en büyük kötülüğü yapıverdi. 

Burada hatırlatmalıyım ki! Cehennem yolu, iyi niyet taşlarıyla döşenmişti. 

Bildiğiniz gibi her keşfe şeytan, hırs, öfke, tembellik, açgözlülük,  şöyle bir el atar. İşte bize düşen de! Şeytana göz açtırmadan, sınavımızdaki doğru şıkkı bulup, onu yaşayabilmek.

  • Para keşfi tembelliğe, boş zaman tüketimine, çalıp çırpmaya, obeziteye (biriktirmeye) imkân verdi. 
  • Para keşfi rahat, güvenilir, medeni, eşitlik içinde alışveriş yapmamıza, her türlü ihtiyacımızı daha kolay karşılamamıza imkân verdi.