Sanatla alakası olmayan, “Bu halk oldukça, ben daha çok bu tarz film çekerim” diyen bir oyuncu, Marmaris’te aldığı villanın önündeki koyda, denize girenleri, gelen tekneleri görünce bozulmuş, adamlarını göndererek denize girenleri, tekneleri kovdurmuş, evinin önündeki koya “Özel Mülktür, Girilmez” levhası asmıştır. Hemen ifade edeyim bunu yapmaya, hakkı ve yetkisi yoktur. Evi ve bahçesi kendi mülkiyet hakkı sınırlarındadır. Ancak, Kıyı Yasası’na göre plaj ve deniz kıyısı halka açıktır. Yasa kıyıların belli bir metre uzaklığının kullanılmasını fertlere bırakmıştır. Sadece turistik tesis ve oteller, resmi makamların izni ile önlerindeki koy ve plajları kendi üye ve müşterileri için ayırabilir, kullanabilirler. Bu zatın kanunsuz, tasarrufu konusunda herhalde resmi makamlar gereğini yapacaklardır. Kanunlar karşısında hiç kimsenin ayrıcalığı olamaz. 

***

Türk siyasetinin renkli siması, iyi yetişmiş, zeki, enteresan projeleri olan Rahmet Adnan Kahvesi ile ANAP’tan aynı bölgeden (İstanbul 1. Bölge) seçilerek milletvekili olmuştuk. Adnan, vatandaşa çok yakın, devamlı halkın içinde olan, kendisine kolayca ulaşılabilen, değerli bir siyasetçiydi. Meclis çalışmalarımın haricinde, ben de bölgemde devamlı gezerdim. Hatta bir defasında “Maruflu, sen beni geçtin” demişti. Adnan Kahveci’nin ilginç buluş ve projeleri vardı. Bu özelliklerini vefat yıldönümü olan 5 Şubat’larda devamlı yazarım. Burada “koy ve deniz kapatmadan” mülhem olarak, kendisinin bir düşüncesinden bahsedeceğim. Milletvekili olduğumuz bölgenin, Üsküdar’dan başlayıp Beykoz’a kadar devam eden, Boğaz’ın Anadolu Yakası bölümü vardı. Burada yalılardan denizi görmek, ulaşmak mümkün değildi. Bir gün boğazın kenarında, Kuleli’nin önündeki nadir, denize nasılsa açık, belediye banklarında otururken bana “Selçuk, bak bu muhteşem yalılar ve köşklerin denizi kapatması sonucu, halkın denizle buluşması, görmesi mümkün değil. Bunu anlayamıyorum, buna hakları yok, eğer bir gün devleti yönetme noktasına gelebilirsem (Eğer elim bir kaza sonucu aramızdan ayrılmasaydı, ilk genel kongrede, Mesut Bey’e karşı genel başkanlığa aday olacak, muhtemelen de kazanacaktı. ANAP’ı toparlayabilirdi.) Anayasa’nın kamulaştırma hükmünü  devreye sokarak, bütün bu denizi halka kapatan yalıları kamulaştıracağım ‘Public Assessibility’ denilen sistemle, bunları halkın parayla veya ücretsiz olarak girebileceği, otel, kültür merkezi, rehabilitasyon, yaşlı evleri, sağlık ve eğitim tesisleri, turizm tesisleri, özetle halka açık sosyal işlevi olan müesseseler haline sokacağım. Bunu yaparken, bu yalıların sahipleri, devletten rayiç değer üzerinden paralarını alacaklar, katiyyen mağdur olmayacaklardır. Aslında, Caddebostan-Tuzla arasında yaptığımız gibi, denizi doldurup, yalıların önünden yol geçirebilsek, sorun çözülebilirdi. Ancak Boğazda bunu gerçekleştirmek mümkün değil.” demişti. Ben cevaben “Adnan’cığım, fikirlerin çok güzel ve ulvi, ancak bu yalılar Osmanlı-Türk İmparatorluğundan kalan, Boğazın mücevherleridirler. Öte yanda, bu kamulaştırma işine devletin bütçesi yetmez” demiştim. Yuvarlak gözlüklerinin altından gülerek “sende haklısın, ne var ki, denize ulaşamamayı, denizin bir avuç insan tarafından vatandaşa kapatılmasını anlayamıyorum” demişti. 

Evet, denizlerin halkın hakka ve malı olduğuna inanarak, kapatmamamız, korumamız, kirletmememiz, evsel ve sanayi atıklarını sorumsuzca denize akıtmamamız, bunu yapanlara şimdi yapıldığı gibi göstermelik cezalar değil, gerçekten caydırıcı, acıtıcı cezalar vermek gerekir.