31 Ekim, kendi alanında, adı dünyada bilinen, fizik profesörü, örnek Devlet Adamı, Prof. Dr. Erdal İnönü’nün ebediyete intikal ettiği tarihtir. Kendisini, 31 Ekim 2007 tarihinde yitirmiştik. Erdal Bey’i anmak, muhterem eşleri Sn. Sevinç İnönü Hanımefendi’yi ziyaret için Anadolu Hisarı’ndaki evlerinin kapısını çaldığımda, kapıyı bizzat Sevinç Hanımefendi açtı. Deniz kıyısında bulunan evin, mütevazi eşyalarıyla döşenmiş alt salonunda, Erdal Bey’in gülen yüzlerinden oluşan fotoğraflarının arasında, kendisiyle konuştuk. Sevinç Hanımefendi “Onu kaybedeli iki yıl olmasına rağmen, daha dün gibi geliyor ve adeta bu evde beraber yaşıyoruz,” dedi. Ben rahmetli Erdal Bey’i, TBMM’nin yüce çatışı altında görev yaparken tanıdım. Şüphesiz, mektebi Mülkiye yıllarında, siyaseti yakından takip eden birisi olarak, İsmet Paşa, Menderes mücadelelerine şahit olmuştuk. Mülkiyenin bir özelliği vardır, Mülkiye ve Mülkiyeli, genelde, daima iktidarlara karşıdır. Bu durum, bu ülkenin kendilerine emanet edildiği bilincinde ve inancında olan Mülkiyelilerin, bütün iktidarların icraat ve eylemlerinin Türkiye için yetersiz kaldığı düşüncesiyle ve herşeyin vatan izinde, daha da iyi olması talebinden neşet etmektedir. Herşeye rağmen, Mülkiyeliler, İsmet Paşa’nın, Atatürk’ün yakın arkadaşı, Cumhuriyet’i kuranlardan birisi olduğunu düşünerek, İsmet Paşa’yı, kendilerine yakın hissetmişlerdir. Aslında şunu da hemen ifade etmeliyim ki, aynı kriterlerle Atatürk’ün çok sevdiği ve daima Atatürk’e sadık kalmış olan ve Atatürk’ün direktifleri istikametinde “Bende yazdım” isimli kitabı yazmış olan, Cumhurbaşkanı merhum Celal Bayar’ı da benimsemişlerdir. Ancak bu sert demokrasi mücadelesi günlerinde, Erdal Bey’in adı fazlaca bilinmiyordu. Esasen Erdal Bey, o yıllarda üniversite talebesi ve daha sonra, akademik hayata atılan bir bilim adamıydı. Sn. Sevinç Hanımefendi, şöyle söyledi: “1958 yılında, biz evliydik ve Amerika’ya akademik çalışmalar yapmak üzere gideceğiz. Ancak babasından dolayı, Erdal’a bazı işgüzar memurlar, pasaport vermiyorlar. Bunu duyan Dışişleri Bakanı Sn. Fatin Rüştü Zorlu, daha sonra milletvekili ve bakan olarak hizmet edecek olan bir büyükelçiyi huzuruna çağırıyor, neden Erdal Bey’in işini engelliyorsunuz, derhal kendisinin ve eşinin pasaportunu hazırlayıp, kendisine takdim ediniz, talimatını veriyor”. “Erdal, amansız bir hastalığa yakalanmıştı ve bu durum kendisine, Amerikalı doktorlar tarafından söylenmişti. Erdal, yapacak daha işlerim var, yazacak kitaplarım var, ama buna mukabil günlerim sayılı, bugünlerimi ülkeme en faydalı olacak şekilde geçirmeliyim” diyerek, biz üzüntüden kahrolurken, “Endişe etmeyin, hayat fanidir, Allah’ın takdiri budur, eninde sonunda hepimiz öleceğiz” diyerek, bizi teselli ediyor, hastalığın ortaya çıkardığı ızdıraplara, yaşamsal engellere, sessizce, metanetle direniyordu. Bu şekilde 1 yıl 2 ay daha ömrünü sürdürdü. Kitaplarını yazdı. Ancak son olarak üzerinde çalıştığı kitabını tamamlayamadı. Yazabildiği metinler, şimdi benim elimde, dedi. Ben, “Sevinç Hanım, lütfen Erdal Bey’in bitiremediği bu son eserini topluma kazandıran, bir editör bulun, bastırın, bu konuda benim bir katkım olabilecekse, lütfen çekinmeden söyleyin” dedim. İfade ettiğim gibi, Erdal Bey’le Yüce Meclis’te başlayan yakınlık ve dostluğumz, kendilerinin, benim daha önce görev aldığım Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisine gelmesiyle arttı. Erdal Bey’le, Starsburg’ta sık sık beraber oluyorduk. Erdal Bey, esasen hiç sevmeden, istemeden, şartların zorlamasıyla girdiği siyasetin, son yıllarında üstlendiği ve büyük bir başarı ile yerine getirdiği Başbakan Yardımcılığı ve Dışişleri Bakanlığı görevlerini, kendi arzusuyla bırakmış, uluslararası bir platform olan Avrupa Konseyine gelmişti. Avrupa Konseyinde, yaptığı çalışmalarda ve Türk Milletini temsilde, onu mükemmel bir insan olarak görüyor ve hayranlığım her geçen gün artıyordu. Kendi kendime hep “İsmet Paşa’nın oğlu olmak kolay değil, işte böyle bir şey” diyordum. Anladım ki, İsmet İnönü, özellikle de bu oğlunu çok iyi yetiştirmişti. Üstün bilim adamı vasıflarını, asalet, zarafet, nezaket, kibarlık ve hoşgörü ile ve bana göre en önemlisi tevazu ile taçlandırıyordu. Bu bir Allah vergisiydi. Şimdi Türkiye’yi idare edenlerin kalite, görgü, kültür, bilgi ve niteliklerini gördükçe, Erdal İnönü gibi olanların değeri daha da artıyor. Bilim dünyası, Erdal Bey’den oldukça yararlanmış ve katkısını almıştı. Ancak Türk siyaseti, Türk Devlet mekanizması, Sn. Prof. Dr. Erdal İnönü’den ne yazık ki, yeterince yararlanamamıştı. Erdal İnönü ile ilgili olarak daha önce “Erdal İnönü” ve “Erdal Bey’den Anektotlar” diye iki makale yazmış, onun espri dolu, zeka dolu yönlerine temas etmiştim. Sn. Sevinç İnönü Hanımefendi, konuşmalarını şöyle sürdürdü: “Bu binada Sevinç ve Erdal İnönü Vakfı’nı kurduk. Bu vakıf sayesinde, bazı sosyal sorumluluk projelerini yerine getirdik. Öğrencilere, “Çağdaş Yaşamı Destekleme Vakfı”vasıtasıyla, burslar verdik. Bu vakıf evinde, sanat ve edebiyat toplantıları, bilimsel söyleşiler yaptık. Bu ev, bizlerden sonra vakfa kalarak, yaşayacaktır. En büyük arzum, bu vakfın, Erdal’ın ideallerine yönelik olarak, daima ayakta kalmasıdır” dedi. Sevinç Hanımefendi sözlerine devamla, “Son olarak Erdal İnönü ile ilgili olarak “Anka Kuşu” isimli bir kitap çıktı. Hatta bu kitabı imzalayarak, bana vermek lütfünde bulundu. Bende bu kitabı, merakla ve aceleyle okuyacağım. Ancak kitabı incelerken, kapakta, kitaptaki, anıların ve fikirlerin sahibi olan Sn. Erdal İnönü’nün adının küçücük yazıldığını, buna mukabil kitabı hazırlayan Can Dündar’ın adının ise kocaman yazıldığını gözlemledim ve bunu yadırgadım.” Sn. Sevinç İnönü Hanımefendi ile iki saate yakın konuştuk. Pek fazla detaya girmemekle birlikte, günümüzün güncel olaylarını, büyük Atatürk’ün ve kayınpederi İsmet Paşa’nın cephesinden değerlendirdi ve şöyle dedi: “Atüatürk ve mücadele arkadaşları, başta Kayınpederim İsmet Paşa, olmak üzere Celal Bey, Fevzi Çakmak, daha niceleri, canlarını, ailelerini ortaya koyarak, bu vatanı kurtardılar ve Cumhuriyeti kurdular. O dönemlerde, Cumhuriyet çok zor şartlar altında kuruldu. Atatürk, sadece o dönemde değil, Türk Milletine ilelebet yol gösterecek olan ilke ve inkılaplarını vaaz etti. Bun nutkunda açık ve seçik şekilde açıkladı. Bu ilke ve inkılaplara, mutlaka, ne pahasına olursa olsun sahip çıkılmalıdır. İrtica ve gericilik, Türkiye için büyük tehlikedir. Ne yazık ki, Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı olanlar, Atatürk’ü sevenler, iyi muamele görmüyor. Çağdaşlıkta, özellikle kılık kıyafette ve medeniyet zihniyetinde, Atatürk inkılaplarından ve onun çizgisinden uzaklaşıldığının endişesini taşıyorum ve bunu içime sindiremiyorum. Türk Toplumu, enteresan bir hale getirildi. Kürtler-Türkler, inananlar-inanmayanlar, şunlar-bunlar gibi ayrılıkların artması, beni fevkalade derinden yaralamaktadır. Gerek İsmet İnönü, gerekse Erdal İnönü, bu bayrak altında yaşayan tüm fertlerin, bu vatanın sahibi Türkler olduğuna katiyetle inanmışlardı. Biliyorsunuz, İsmet Paşa’yı etrafındakiler tenkit ederler; “Paşam, rakipler Allah’ın lafını ve dini değerleri ağızlarından düşürmüyorlar, ne olur sizde bu konuda bir şeyler söyleyin”. Bir ziyaretinde, İsmet İnönü Malatya’daki, konuşmasının sonunda “Allahaısmarladık Malatya” diye veda eder ve yanındakilere dönerek, ‘istediğiniz oldu mu’ diye sorar! Sn. Sevinç İnönü Hanımefendi, bu vakıf evinde, toplumsal olayları takip ederek ve Erdal Bey’in hatıralarına sahip çıkarak, mütevazı bir hayat yaşamaktadır. Kendisine sağlıklar ve esenlikler diliyorum. Son olarak, Erdal İnönü’nün, Ekim 2009’da çıkan kitabının son sayfasından bir alıntı yapıyorum: “Küçükken babam bir konuşmada bana ‘Sonuna kadar görevimi yapacağım.’ dedirtmişti. Bu söz, içime işlemiş, okulda başladım. Üniversitede görevler yaptım. Ondan sonra siyasete çağırdılar, gittim. Bir yerde görev yaparsanız, başka bir görev veriyorlar. Ben de hep bana verilen görevleri yaptım. Uğraştığım işlerin hiçbirinde büyük bir şey yapmadım; ama hepsinde azar azar bir şeyler yaptım. Öyle olunca, insan birçok yerde iz bırakıyor, ama hiçbirinde çok büyük bir şey yapmamış oluyor. Pişman olduğum bir şey yok, ama hayatım baştan yazılsa sadece bilimle, yazmakla uğraşırdım.” Bu Erdal İnönü’nün son söyleşisiydi. Değerli ve aziz dostum Erdal Bey’i saygıyla anıyor ve ruhu şad olsun diyorum.