Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül ile TBMM’nin yüce çatısı altında, birlikte görev yaptık. Kendisi de, ben de, hem Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi üyesi ve hem de TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu üyeleriydik. Aramızda, birbirimizin dünya görüşlerine, yaşam tarzına, değişik ve farklı görüşlerimize dayalı, saygılı bir dostluk vardır. Bu nedenle, yazdığım yazılarda kendisini eleştirmedim. İyi bir politikacı, değerli bir diplomat ve devlet adamı nitelikleri taşıdığına inanıyorum. Meselelere anlayış ve uzlaşıcı tavırla yaklaşır, herkesle dosttur. Cumhurbaşkanı seçilince, kendisini tebrik etmek istediğimde yoğun programına rağmen, aynı gün, derhal randevu verdi. İki dost gibi görüştük. İnanıyorum ki, Cumhurbaşkanlığı görevi için, AKP için de en uygun kişiydi.
Sn. Taha Akyol ile CNN Türk’teki görüşmesinde, üslubu ve beyanları ölçülüydü. Kendisini, o makama aday gösteren ve seçtiren kişileri doğrudan kırmamaya, onlara, aykırı düşmemeye önem verdi. Aslında, işin gerçeği de budur. Eğer, Sn. Tayyip Erdoğan istemeseydi, Sn. Gül aday gösterilmez ve Cumhurbaşkanı olamazdı. Kendisini seçtiren, partisine ve liderine vefa borcu olması doğaldır… Buna rağmen, ince çizgilerle ve nüanslarla bazı görüşlerini de, dile getirdi. Örneğin, “bir insan düşündüklerini, fikir ve önerilerini, yarın başıma ne gelebilir, acaba, beni yakalarlar mı endişesinden uzak olarak, serbestçe, açık seçik ifade edebilmeli, inanç ve fikir ifade etmek, yazı yazmak, hürriyetinin önünde, bir engel olmamalıdır”, dedi. Ancak, Türkiye’de tam anlamıyla ifade ve ifadeyi yazma hürriyetinin olduğu kuşkuludur. Daha basılmayan kitaplar bile, muaheze edilebilmektedir ve birçok gazeteci hapistedir. Aynı şekilde, genel kurmay başkanı, komutanlar, subay ve askeri personelin yakalanması uzun tutukluluk sürelerinin rahatsızlık verdiğini ifade ederek, bu işler, rencide etmeden, sağlıkları ile oynamadan yapılmalıdır, dedi. Terör ve Güney Doğu sorunu üzerindeki, görüşlerini açıklarken, son gelişmelerden ümitli olduğunu belirtti. Ancak, Türk askerine, Türk güvenlik güçlerine tesislere ve okullara saldıranlar, en sert şekilde mukabele göreceklerdir, dedi. Ben, şahsen adına İmralı denilen süreçten fazla umutlu değilim ve koskoca Türk devletiyle oyun oynanıyor gibi geliyor!
Öte yandan, 2014 yılında Cumhurbaşkanlığı görevi sona erince, ne yapacağı hususunda, açık vermedi. “Ben ömrüm boyunca vatanım ve milletimin emrinde oldum, milletimin refah ve esenliği için çalıştım, son nefesime kadar da öyle olacak” dedi. Ancak, Sn. Gül 2014 yılında, tekrar Cumhurbaşkanı adayı olabilir. Öte yandan, Sn. Erdoğan’ın bu husustaki niyetini bilmeyen yoktur. Sn. Erdoğan, hemen hemen kesin bir şekilde, Cumhurbaşkanı adayıdır. Onun karşısına, Sn. Gül’de aday olarak çıkarsa, ortaya değişik tablolar çıkabilir. Hatta, AKP’nin dışında, gösterecek, çok iyi bir aday Cumhurbaşkanı seçilebilir. Bilindiği gibi, bu sefer Cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir. Ancak, sonuç itibariyle, ben iki liderin aralarında anlaşacağını sanıyorum.
Cumhurbaşkanı Sn. Gül, ayrıca, Sn. Erdoğan’ın ortaya attığı ve gerçekleşmesini istediği, başkanlık sistemine karşı olduğu izlemini vermiştir. Parlamenter sistem daha uygun olacak, şeklinde imada bulunarak, “Check and Balance” sisteminin göz önünde tutulması gerektiğini hatırlattı. Buna ilaveten, Türkiye’de yerleşik, geleneksel kurumlar ile oynanmasını doğru bulmadığını, örneğin, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay’ın kalması gerektiğini ifade etti. Sn. Cumhurbaşkanı, Türklük kavramını, Türk Milliyetçiliği kavramını ifade ederek, bu olgular üzerinde taviz verilmemesini, bu topraklar üzerinde yaşayan herkesin, Türk milletini teşkil edeceğini belirtti. “Türk milleti üst kimliği kutsal ve değişmez bir kimliktir. Ancak, insanlar alt kimlik olarak geldikleri yeri ifade edebilirler. Bunu yaparken, Türkiye’de yaşayan insanların Türk sayılması gerektiğini, ancak, alt kimlikte olanların eşit vatandaş olarak saygı görmesi gerektiğini”, söyledi. Anlaşılıyor ki, Sn. Cumhurbaşkanı Milliyetçiliğin ayaklar altına alınmasına taraftar değildir!
Sn. Gül, dış politika ve Avrupa Birliği konusunda da, görüşlerini ifade ettiler. Suriye konusunda, Türkiye’nin sığınmacılara kucak açmasını takdirle karşıladığını belirtti. Ancak, Türkiye’nin Suriye’nin içişlerine karışmasını ve bu durumun, Türkiye’ye, ne fayda sağladığı konusunda fazla bir açıklamada bulunmadı. Avrupa Birliğine tam üye olmanın, Türkiye’nin hedefi olduğuna vurgu yaparak, “bizi oyalamaları hoş değildir, zaten, Sn. Başbakanın da şikayeti bu noktadadır. Bizden daha az gelişmiş ülkeler ve bilhassa problemli olduğumuz Kıbrıs Rum idaresi AB’ye asli üye olurken, Türkiye’nin alınmaması ilginçtir, AB’ye sitemimiz vardır” dediler. Sözlerine devamla: “O zaman biz kendi chapterlerimizi yerine getirelim. Yani, Avrupa Birliğine girmek için 31 chapter/fasıl vardır. Biz Türkiye olarak sosyal, ekonomik, kültürel, bölgesel standartlarımızı yükseltmek için, gereken hareketleri ve reformları yapalım, yani, Avrupa Birliği üyesi olmuş gibi, bu chapterleri yerine getirelim” dedi. Genelde ABD ile ve Afrika Asya ülkeleri arasındaki ilişkiler konusundaki gelişmelere değinerek, bu konuda yapılan dış politika uygulamalarından memnun olduğu izlenimi, aldım.
Cumhurbaşkanları, çevre ve doğa konularına, sağlıksız kentleşmeye, tabiat ve kültür varlıklarının korunması konusunda hassas olmalıdırlar. Yeşil, çevreye saygılı, bir Türkiye’ye sahip çıkmalıdırlar. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, böyle bir Cumhurbaşkanı idi. Herkesin doğayı katlederek, her istediğimi yaparım, anlayışına karşı çıkmak için “özel çevre idaresi”ni kurdurmuştur. Sn. Cumhurbaşkanı Gül, herhalde İstanbul başta olmak üzere, büyükşehirlerin rantlara ve özelleştirme adı altında, müteahhitlere peşkeş çekilmesini, halkın mağdur edilmesini, yeşilin, ağaçların ve bitkilerin yok edilmesini görmektedirler. Nitekim, Dolmabahçe sarayının doğal uzantısı olan ve orada bulunmaması gereken bir beton yığını, İnönü Stadının yeniden yapılması hadisesine değindi.  Eğer stat yapılmazsa, korkarım ki o yere koca binalar, AVM’ler, rezidanslar yapılacak ve o alan bir rant unsuru olacaktır. Hiç olmazsa stat, ortası yeşil bir spor yeridir” dedi. Açıkça söyleyeyim ki, orada stat yapılması fevkalade yanlıştır. O bölge Dolmabahçe Sarayının uzantısı olarak. Hyde-park gibi, Central Park gibi İstanbul’a nefes aldıracak, yeşil bir park olarak gelecek nesillere armağan edilmelidir. Sn. Gül, halkı ve gelecek nesilleri düşünerek, Dolmabahçe’ye stadyum yapılmasını önlemelidir. Sn. Cumhurbaşkanı, Mecidiyeköy Ali Samiyen Stadı, Likör Fabrikası yerine, iğrenç beton yığınları yapıldığını görmüyor mu? Zincirlikuyu karayolları arazisi yerinde, herkesi rahatsız eden bir kale inşaa edilmiştir. Şimdi de o bölgede elde kalmış yegane yeşil yer olan, Taksim Parkına kışla yapılmak isteniyor. Gene elde kalmış tek yeşil yer olan Çamlıca tepesine, ağaçlar kesilerek, dev bir cami yapılmak isteniyor. Oysa civarda, 18 adet cami olduğundan, ibadet için camiye ihtiyaç yoktur. Gene o bölgede, elde kalmış tek yeşil yer olan Göztepe Parkına cami yapılmak isteniyor. Oysa, Selamiçeşme Camii 5 dakika, Erenköy Mihrimah Sultan Camii 10 dakika mesafededir. Camiye ihtiyaç yoktur, yeşil alan ve parklara ihtiyaç vardır. Cumhurbaşkanları çevreye ve yeşile, doğaya ve kültür varlıklarına her türlü hava, deniz, su alanları kirlenmesine karşı durmalı ve netice itibariyle, doğaya sahip çıkarak, özelleştirme adı altında, doğanın katline mani olmalıdır.
Diğer bir husus, Savarona yatıdır. Bir yazımda da belirttim. Atatürk’ün yadigarı olan, bu nadide yat, İstanbul’da kendi kaderine terkedilmiş durumdadır. Savarona yatının, Cumhurbaşkanlığı yatı olarak korunması ve yabancı devlet misafirlerinin hizmetine verilmesi uygun olacaktır. Sn. Cumhurbaşkanı Gül’ün bir TV mülakatı vermesi yararlı olmuştur. Türk milleti, Atatürk’ten başlayarak, Cumhurbaşkanlarına ayrı bir önem ve öncelik verir. Kendisini sever ve sayar. Kendilerini, partiler üstü, sadece ve sadece vatan ve milletin ali değerlerine sahip çıkan, tarafsız bir kişi olmasını ister. Cumhurbaşkanları, bu tarafsız kimlikleri ile yanlışlar tespit ettiklerinde ve gerekli gördüklerinde Hükümetleri ikaz etmelidirler.
Herşeye rağmen, değerli arkadaşım Sn. Abdullah Gül’ün deruhte ettiği Cumhurbaşkanlığı görevini elinden gelenin, en iyisini yapar şekilde yerine getirdiğine inanıyorum. Ayrıca, aramızda bir TBMM ve Milletvekilliği hukuku olduğundan, kendisini desteklemeyi bir borç biliyorum.