Profesör Doktor Aziz Sancar, “DNA’ların kendini onarmasını sağlayan” çalışmaları ile Nobel ödülü aldı. 

Tam göğsümüz kabaracak derken!

Ne yaptığını bıraktık, “Türk mü, değil mi?” tartışmasına daldık!.. 

Sayın hocamız da her yaptığı röportajda onlarca defa “Türküm” deme ihtiyacı duydu.

Türkiye’de “ne yaptığı” popüler konu olamadı. 

Nobel’i neden aldığını hâlen birçoğumuz bilmiyor...

Bitmedi...

Devlet sanatçımız Levent Kırca vefat etti. 

Allah rahmet eylesin.

Maalesef bir gazete “Ünlü alkolik tiyatrocu öldü.” manşeti ile duyurdu.

Halbuki hayattayken kendisine sorulduğunda, alkol ve sigara kullanmadığını belirtmişti.

Bitmedi...

Ankara’da barış mitingi düzenlendi.

DİSK, KESK, TMMOB, Eğitim-Bir-Sen ve birçok parti, sendika oradaydı.

Doktorlar, avukatlar, öğretmenler, öğrenciler, işçiler barış için toplanmışlardı.

Ne yazık ki! İki adet bomba patladı... 

Birçok hayat feci şekilde sona erdi.

Sosyal medyada ise “HDP’liler öldü” ifadeleri yer aldı. 

Olaya burun kıvrıldı.

Orada, doktorumuz, öğretmenimiz, öğrencimiz, işçimiz yani insanlarımız öldü.

Sosyal medyada ise insanlığımız...

Yazık, çok yazık.

Belki de geçmişte “PKK’lı yaftası” yapıştırdığın doktorumuza muayene olmuştun.

Parçalanmadık ama sağlam bölündük!..

Bitmedi...

Bakanımıza; Ankara’da patlayan bombalar için güvenlik zafiyeti var mı? İstifa etmeyi düşünüyor musunuz? diye soruldu.

Bakanımız güldü.

İstifa söz konusu bile değildi.

Halbuki istifa mertebesi erdemdir, sağlıklı düşüncenin eseridir.

Gülmek; sadece ölmüş vatandaşlara saygısızlık değil, halen yaşayan vatandaşlara da saygısızlık değil midir? 

Halk, Hak olandır.

Halka saygısızlık, hakka saygısızlığı sorgulatır.

Bitmedi...

Görünen o ki daha da bitmeyecek...    

Unutmadan! Hiçbirimizin şefkatli olabilmek için; birinin dürtmesine ya da yazılı bir kurala ihtiyacı yok...

--------------------------------------------- 

2015 yılının 2’nci döneminde ekonomi cari fiyatlarla, yani enflasyon gözardı edilerek %12,6, sabit fiyat ile %3,8 büyüdü.

Ardından koca koca puntolarla manşetler atıldı.

“Halkın tüketiminin artması büyümeyi sağladı.”

Yani “Halkta kriz yok, gayet güzel tüketim yapabiliyor” anlatıldı.

Öncelikle halkın tüketim yapabilmesi için düzenli işinin olması şarttır.

Eğer düzenli iş yani maaş yok ise; belli bir birikiminin olması ya da kredi kullanılması, borçlanılması gerekir.

İşsizlik rakamları malum.

Piyasada tabiri yerinde ise “yaprak kıpırdamıyor”.

İşverende üretim yok, haliyle işçiye de iş yok...

İşi var olanlara da son bir yılda %12,6, yani büyümeyi artıracak kadar bir zam da olmadı!..

Firmalar tedarikçilerine bile ödeme yapamıyor.

Çeklerin neredeyse tamamı yazılıyor, karşılığı yok.

Bu durumda “kredi kullanıp mı tükettik?” sorusu akla geliyor.

Son bir yılda banka tüketici kredilerinde de artış olmamış.

O zaman birikimleri tüketiyoruz.

Evet, sanırım doğru cevap bu!

Öyleyse nüfusa oranla gelir dağılımına bakmamız lazım.

Nüfusumuzun;

En alt seviyede geliri olan halkın %20’si, milli gelirimizden %6 pay almaktadır.

En üst seviyede geliri olan halkın %20’si ise milli gelirden %50 pay almaktadır.

Yani kabaca, 15 milyon kişi, milli gelirimizin %50’sini alırken, kalan 60 milyon kişide kalan %50’sini almaktadır.

Tabii ki bu tüm dünyanın sorunudur.

Geçmişte bu gelir eşitsizliğini sindiremeyen halklar oldu.

ABD, Küba, Bolivya, Arjantin, Şili, İngiltere, Almanya ve diğerlerinde oluşan halk ayaklanmaları, “demokrasi ve özgürlük” adı altında kolluk güçlerinin sert tutumu ile bastırılmıştı.

Kısaca; “tüketerek ekonomimizi büyütebilecek” kısım halkın %15’i.

Bu gelir üst grubu; kriz, seçim, kur artışları ya da devalüasyondan etkilenmeden harcamalarına devam edebiliyor.

Gıda hariç, diğer harcama kalemlerindeki artış bu üst gelir grubunun sayesinde.

Sadece istatistiki verileri okuyup geçseydik; “halk tüketiyor ve mutlu” der, kendi derdimize yanardık.

Ama işin aslı öyle değil...

Her istatistiksel bilginin içeriğine girmek zorundayız.

Bir masada iki kişi oturur, üstünde ise bir pişmiş tavuk vardır. 

Biri tavuğu yer, diğeri bakar, aç kalır.

Ama istatistiki bilgi; kişi başına yarım tavuk düştüğüdür.

Halbuki biri açtır, biri obez ama istatistik bunu anlatmaz.

Gelir dağılımındaki yanlışlıklar, yıllardır bir türlü bitmeyen ekonomik kriz, devalüasyon, savaş nidaları, seçim krizi gibi birçok sebepten insanlarımız yardıma muhtaç.

Yiyecek, giyecek, yakacak gibi geçici ve küçük yardımlara bile taraf olabiliyor.

Vatan, millet ve din haricinde, “kişisel menfaatlere taraf oldun mu?” işte en büyük tehlike bu...

Çünkü; taraf oldukları kişiye hizmet başlar. 

Kendini kendi yapan, insani değerleri değişmeye başlamıştır.

İşte tam bu noktada “Efendi-Köle” ilişkisi hortlar...