Bahar gezginiydi adı. Kış çekildiğinde dudağında ıslığı, elleri cebinde, sokaklardan bağlara yürür, uyanan doğaya merhaba derdi. Bahar sandığını açan doğa ılık bir battaniye gibi sarardı yeryüzünü. Havada iyiliğin coşkusu insanların yüzüne yansır, kuşlar göç telaşında yarışırdı. Güneş, kırmızı turuncu renklere boyanır, ufuk, alev alev yanardı hercümerç gökyüzünde.

 

    Balkonlardan sarkan rengarenk yorganları, güneşlenmeye bırakılan yastıkları sevinçle selamlardı. Her bahar ılık esintileri davet eden ardına kadar açık pencere ve kapılar yaşama dair bir kanıt olmasından çok umuttu.

    Sokakta oynayan çocukların kırmızı tombul yüzlerine gülümser, ıslığının sesini yükselterek doğaya dönerdi yüzünü. Gördüğü her kımıldanışın önünde durur dakikalarca seyrederdi.       

    Rüzgarda sürüklenen karıncayı, en yükseğe çıkan uçurtmayı, gökyüzünde baharı getiren bulutları izler içine dolan coşkuyla bırakıverirdi çayırların üstüne kendini. Sürüyle gelen kuşları, başının üzerinde dolaşan kelebekleri seyretmeye doyamazdı.

    Akşamları topladığı kopan birkaç dal, çiçek ve ağaç yaprağını, rengarenk uçurtma kuyruğunu cebinden çıkardığında bahar dolardı odasını. Sabahları doğadan aldığı iyiliği, bahar sevincini dağıtacağı telaşı ile uyurdu.

 

    Yine kış çekilmiş neşeyle uyanan Gezgin ıslık çalarak sokağa inmişti. Dışarıda hiçbir heyecanı yansıtmayan bir boşluk vardı. Islığının sesi yavaşladı, sessizliğe boyun eğen evler terk edilmişti sanki. Ne çelik çomak oynayan çocuklar vardı parkta ne de gökyüzünde uçurtmalar.

 

    Bomboş sokakları bekleyen binalar ıssız bir yalnızlığa eşlik ediyordu. Pencereler taş duvarlar kadar suskun, oynayan tüllerin arkasından ihtiyar yüzler bakıyordu. Dupduru sessiz ve kırgındı etrafında akan hayat.

 

    Sokaktan tek tük geçen yaşlılar derin sessizlik içindeydi. Bezgin bir o kadar da umutsuzluktan artan derin çizgilerin arasında kaybolmuştu çocukluğu. Saf yüreğini katılaştırdığı masumiyetin yerine hırsları koyduğu hayat harmanında hasat zamanıydı.  Çoktan sonbaharı yaşayan yorgun bakışlara alışkın sokaklar yadsımadan bakmaktaydı çocuksuz geçen zamana.

    Kulağı sessizliği duyduğu anda dudağındaki şarkı susuverdi aniden. Anlamsız geldi şarkı söylemek. Hüzünle dolaştı sokakları, gözleri boşuna aradı gökyüzünde uçurtmaları.  Bütün çocukların yaşlandığını anladı bahar gezgini. Bu yüzden içindeki çocuğu kaybeden adama soramadı. Akşam olunca kıvrıldı yatağına, serpemeyeceği bahar tutkusunun telaşı ile gözlerini kapadı.   

 

    Düşünde; göçle gelen leyleklerin en önünde uçarken gördü kendini. Ancak bahar olmadan neye yarardı uçmak!

        Bir yaprak düştü dalından silkinerek uyandı. Tabiat ana düşten önceki gibiydi. Gözlerini çevirdi kuru dallarda gezen aç sincabı görünce. Başını eğdi, akıttı incilerini kupkuru ağaçların önünde. Bekledi, sonsuz görünen ufka dalarak. Gördüğü her kıyı her köşeyi aradı ama yeşermedi tek yaprak dahi. Sonunda kesti ümidini.

    Tam vazgeçmişken bir çiçeğe rastladı yaşama sıkı sarılmayan, gitmekle kalmak arası kararsızdı kökleri. Az kalsın sonu, rüzgarın elinden olacaktı. Kurtardı papatyayı ancak, ?Bir çiçekle bahar gelmez? lafını duymadı