Bugünleri de gördük.
Hazinemiz, IMF’e ( Uluslararası Para Fonu ) olan borcumuzun son taksidini bu ay içinde ödeyerek, borcumuzu bitirecek. Tabii bu hiç borcumuz kalmadı anlamına gelmemektedir. IMF’nin küreselleşmenin artık iyice yayılması, paranın tüm dünya ülkelerinde güvenli bir şekilde dolaşabilmesi ve en önemlisi misyonunun sona doğru gelmesine paralel olarak  faaliyetlerini de azaltması buna bir etken olabilir.
IMF’in işini, şimdi özel bankalar ve şirketler gayet başarılı ve güvenilir ortamlarda yapabiliyorlar. Türkiye’nin de borçlarını bu yöne doğru kaydırmak durumunda kaldığını ayrıca belirtmemiz gerekir.
IMF, başta ABD olmak üzere 45 ülkenin katılımıyla kuruldu. ABD doları, altının yerine kabul edildi ve altının ons fiyatı 35 ABD doları olarak belirlendi, hemen ardından da süreç başladı. Bugün altının ons’u 1.400 ABD doları. Altın aynı altın, ama USD çok değişti, üzerinde oynandı ve sonuç olarak değersizleşti. Bugün bunun detayına girmeyeceğim; konumuz başka.
Şimdi biraz da geçmişe dönelim ve  IMF’e borçlanma sürecimizden bahsedelim.
Türkiye, kurtuluş mücadelesinin ardından uzun yıllar boyunca, kendi kaynakları ile mücadelesini sürdürdü. Dışarıya bağımlı ve borcun ardından gelebilecek taleplere muhatap olmamak için borçlanmak istemedi. Buna rağmen ciddi kaynak ihtiyacı da inkâr edilemezdi. Bir de bunun üzerine 1929’da ‘ekonomik buhran’ ismiyle bilinen krizi ve 2’nci Dünya Savaşı’nın izlerini, yükünü de yaşamaktaydı. Atılıma ihtiyaç duyuluyor, ama sadece toprak işleyerek bunu hızlıca yapabilmesi de imkânsız görünüyordu. Fakat tüm bunlara  rağmen Avrupa’nın desteğine başvurulmadı.
1880’lerde de, sömürge toplumlar oluşmasına karşı olması ve dini sebeplerle sanayileşmeyi tercih etmeyen Osmanlı İmparatorluğu’nda, kapitülasyonlar ile yerli yatırımcı tamamen yok olmuştu ya da  yabancı sermaye ile anlaşmak durumunda kalmıştı. Bunun getirisi olarak, maden ocaklarımız, demiryolumuz, limanlarımız, suyumuz yabancılar tarafından hızlıca sömürülmüş ve yeraltı kaynaklarımız kurutulmuştu. Hemen ardında da hepimizin bildiği gibi Osmanlı hazinesi tükenmiş ve iflas etmişti.
Benzer durumları bugün de görebiliriz.
Bu zaman zarfında, kapitalizmin de başlangıcı olan sanayi ve toplumları çok güçlendi. Sermayeleri ile her yere rahatlıkla nufüz edebiliyorlar.
Türkiye’de de, 1960’larda IMF’in desteği istendi. Mevcut sanayimizin üzerine yatırımlar yapabilmek ve artış sağlayabilmek adına. Bu arada 1960 öncesinde, kendi sermayemiz ile ciddi sanayi yatırımlarımız da var. Tütün, şeker fabrikaları gibi, bir de “Devrim” arabamızın çalışmaları var tabii ki.
IMF desteği sonrası Petkim, Tüpraş gibi dev tesisler kuruldu. Bugün onlar da yabancı sermaye ile yönetiliyor.
Evet, IMF’e borcumuz bitiyor. Ama tüm yurdumuz özelleştirmeler ile yabancıların eline geçti, sermaye artık onlarda, yerli sermaye ise tamamen bağımlı.