Kış neredeyse sonlanmak üzere, ama maalesef kışı istenilen seviyede yaşayamadık.
Bu da gündemimize yağmurun ve kar yağışının önemini tekrar getirdi.
Birçok üniversitemizin, hayati önem taşıyan bu konu hakkında bilimsel araştırmaları var.
ODTÜ “su kaynakları üzerine iklim değişikliği”, “kar haritaları ile hidrolojik modelleme”, “su gücü mühendisliği”, “atık suyun toplanması”, “sulama” gibi birçok projesi ile Türkiye’ye bilimsel faydalar sağlamıştır.
Her ne kadar Başbakanımız tarafından kendilerine “Solcu”, “Ateist”, “Terörist” gibi üzücü ve talihsiz ifadeler kullanılsa da, ODTÜ öğrencileri Türkiye’yi kalkındıracak ve geliştirecek, “milli kültürümüzü, muasır medeniyetler seviyesinin üzerine” taşıyacaklardır.
İstatistiksel veriler, Türkiye’nin su azlığı yaşayan bir ülke olduğunu ifade ediyor.
Bunu belirleyen ise tabii ki yağışlar.
Türkiye’nin kıyı bölgelerinde yağışlar fazlaca, içerilere doğru girdikçe yağış çok zayıflıyor.
İç Anadolu ve Doğu Anadolu’da yağış çok az.
Özellikle Tuz Gölü ve çevresi en az yağış alan alanlarımızdan.
Akdeniz Bölgemizde yılda bir defa kar yağışı olmaktadır. Ve aynı gün erimektedir.
Doğu Anadolu’da ve İç Anadolu’da kar yaklaşık 40 gün yerde kalmaktadır. Bu süre bazı illerimizde 120 güne kadar çıkmaktadır.
Büyük şehirlerimizde ise artık kar neredeyse hiç yağmıyor. Şehrin kalabalığı ve sıcaklığı, karın havada erimesini sağlıyor.
Mevcut yağışları ise çok verimli kullanamıyoruz.
Bu yağışların bir kısmı buharlaşıp atmosfere geri dönerken, bir kısmı yeraltı kaynaklarına, bir kısmı ırmaklara ve oradan da havzalara ve denizlere gitmektedir.
Yeraltı kaynaklarından bir bölümü ise tekrar yeryüzüne çıkıyor. Bu da tüketilebilir su kaynaklarımızın oluşmasını sağlıyor.
Dünyanın oluşumundan bugüne kadar, su sirkülasyonu böyle devam etti. Bilim adamlarının hesaplarına göre, içtiğimiz bir bardak suyu geçmişte en az üç kişi daha içti.
Devlet Su İşleri, ülkemizin yılda 112 milyar metreküp yağış aldığını belirtiyor.
Bunun üçte birini kullanıyoruz, üçte ikisi ise doğaya karışıyor ve bir kısmı da komşu ülkelere gidiyor.
Bu orandan daha fazlasının kullanılması da tehlike arzedebilir. Doğal süreç aksayabilir. Diğer canlıların sonu olabilir. Bu da insanlığın ileriki yıllarda daha büyük sıkıntılar yaşamasına sebep olacaktır.
Genel standartlara göre, bir ülkede kişi başına düşen su miktari 1.000 metreküpten az ise o ülke “su fakiri”dir. 1.000 metreküp ile 2.000 metreküp arasında ise “su azlığı” yaşayan ülkedir. 8.000 metreküp ve üzerinde ise “su zengini” ülke olarak ifade edilir.
Türkiye’de kişi başına düşen yıllık su miktarı 1.500 metreküp. Bu da “su azlığı yaşayan ülkeler” arasında olduğumuzu gösterir.
Su azlığı yaşayan ülkemizin nüfusu her yıl daha da artarken, maalesef aynı ölçüde bir betonlaşma ile de karşı karşıya geliyoruz. Bundan kaçınamıyoruz.
Betonlaşma ile tabiat azar azar yok olurken, yeşil alanlarımız gittikçe azalmaktadır. Bu da ekosistemin tamamlanmamasına ve doğal olarak yağışların azalmasına sebep olur.
Bu sadece Türkiye’nin değil, tüm dünyanın sorunudur.
Yine araştırmalara göre; doğayı, ağacı, yeşili bu hızla tüketmeye devam edersek, yaklaşık 20 yıl içerisinde çok ciddi yağışsızlık, kuraklık ve tabii ki susuzluk problemi ile karşı karşıya kalabiliriz.
Bunu engellemek sistemi yönetenlerimizin, siyasilerimizin elindedir.
Maalesef siyasilerimiz bu sıralar TOKİ aracılığı ile buldukları tüm yeşil alanları betonlaştırmakla meşguller. Çarpık bir büyüme telaşındalar.
Pir Sultan Abdal’ın ifade ettiğin gibi “Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan” diyerek, doğrudan ayrılmadan yolumuza devam etmeliyiz.
“Susuz hayat ne demek?..” Bunu inşallah hiç öğrenmeyiz. Bunun için de doğa ile barışık yaşamayı temel amaç edinmeliyiz.