Geçtiğimiz haftasonu Anneler Günü’ydü.
Somalı ve Ermenekli anneler seslerini duyurabilmek için bir araya geldiler.
Maden şehitlerimizin ardından 1 yıl geçti.
Fakat annelerimiz mutsuz ve huzursuz.
Evlatları için, eşleri için “adaletin yerini bulmadığını” dile getirdiler.
Gerçek suçlular yargılanmıyordu.
“Yasa yasadır” denir ve vicdanlarda bile sorgulanmaz.
Ama “yasa”nın kişiye göre değişkenlik gösterdiği hissedilirse vicdanlar ağlar.
Soma’lı annelerin gözleri yaşlı, kalpleri buruktu.
Eş zamanlı olarak başbakanımız da, Anneler Günü’nde Suriye’de “Şah İsmail türbesi”ni ziyaret etti.
Hemen ardından Şanlıurfa’da konuşma yaptı.
“Çözüm sürecinin, annelerin yüreğine ateş düşmemesi için” olduğunu ifade etti.
Sadece vatanını korurken şehit düşen evlatlarımızın annelerine değil, terör eyleminde bulunup da ölenlerin annelerine de alt mesaj verildi.
Annelerin kaybettikleri evlatları için döktüğü gözyaşları tabii ki dindirilemez.
Maden şehidi vermiş annelerimizin “adalet arayışları” 1 yıl sonra bile devam ediyorsa...
Demek ki! Vatanının gelişimi ve mutluluğu için zor koşullarda çalışan işçilerimizin de benzer bir “çözüm sürecine” ihtiyaç hasıl olmuş.
Kendi iç dinamiklerimize çözüm bulamadan, dış güçlerden beslenen ve dış güçlere tavizler verilebilecek bu çözüm süreci annelerimizin gözyaşlarını dindirmemiş.
Annelerimiz “dünyamızda yaşayan melekler” ağlamasın, evlat acısı yaşamasın.
Anneler Gününüz bir kez daha kutlu olsun.
-----------------------------------------
Başakşehir’de Suriye’lilerin kaldığı bir ev ateşe verildi.
Daha önce de birçok şehir ve ilçe de benzer haberleri okumuştuk.
Şimdi de Suriyeli mültecilerin yoğun olarak yaşadığı İstanbul Başakşehir’de bir Türk ve bir Suriyeli genç kavgaya tutuşmuş ve geçmiş birikimlerin de patlaması sonucu halk ayaklanmış.
Devlet erkanı ise; sık sık söylemlerinde Müslüman Suriye halkı ile kaynaşılması gerektiğini ifade eden, sağduyulu barış mesajları veriyorlar.
Fakat bu açıklamalar da bir türlü kaynaşmayı sağlamıyor.
Sebep ise basit.
“%50’yi evinde zor tutuyoruz” ve benzeri söylemler, halkı ortadan ikiye ayırmışken, Müslüman Türk halkının kendi içinde bütünlüğü bozulmuşken, Suriyelilerle kaynaşmak ve hatta bütünleşmek ne kadar gerçekçi ki!!!
Önce kendi birliğimizi sağlayalım, arkasından herşey düzelir...
----------------------------------------
Temel besin maddelerimizin başında hayvansal gıdalar gelir.
Hayvanların etinden, sütünden, yumurtasından faydalanırız.
Hayvanlarımız geçmişte meralara salınırdı.
Aylarca ahıra girmezlerdi.
Meralarda taze ve doğal otlarla, sağlıklı beslenirlerdi.
Çifçiye yem maliyeti de çok az olurdu ama süt de sağılamazdı.
Bugün çiftçimiz düzenli gelire ihtiyaç duyuyor.
Şirketlerle yapmış olduğu anlaşma gereği, aylık belli miktarda sütü onlara temin etmek durumunda.
Artan nüfus ve şirketlerin hedefleri doğal beslenmeyi engelliyor.
Çifçimizin, süt bedelinin çok düşük olmasına rağmen düzenli bu gelire ihtiyacı var.
Bu sebeple hayvanlarını gözden ırak ormana, meraya bırakamıyor.
Fakat bu sefer de hayvanını kendisi beslemek zorunda.
Ne ile?..
Hazır kaba yem; saman, yonca ve silajlar gibi tarla ürünlerinden imal ediliyor.
Hazır karma yem; yüksek verim sağlayan mısır, hububat ve yağlı tohumlu yemler.
Türkiye’de yaklaşık 490 tane yem fabrikası var.
Bu fabrikalar 18 milyon ton süt yemi ve besi yemi üretiyor.
Bu üretim için gerekli ürünler ise yurtdışından geliyor, burada sadece harmanlanıyor.
Yem fabrikaları 2014 yılında 9 milyon ton hububat ve yağlı tohum ithal etti.
Sadece yem fabrikaları için 1,5 milyon ton mısır, 4 milyon ton küspe, 1,4 milyon ton kepek, 650 bin ton arpa, 2 milyon ton soya, 400 bin ton koza’yı ve katkı maddelerini yurtdışından satın aldık.
Çatır çatır döviz yiyen hayvanlarımızdan aldığımız ürünlerin sürekli zamlanması da bundan.
Dövizin durumu malum.
Siyasilerin söylediği gibi “dövizin artması iyidir, ihracattan daha fazla kazanırız” yaklaşımı doğru değildir.
Kur geliri geçicidir.
Tüm ülkenin maliyetini artırır.
Hayvanların katkı maddeli fabrika yemleri yemesi ile; sağlıksız et ve süt piyasaya sunuluyor...
Kıyma kısa sürede 24 TL’den 35 TL’ye çıkarken, et 34 TL’den 45 TL’ye yükseldi.
Asgari ücrette ise değişiklik yok.
949 TL asgari ücret ile 28 kg et alınırken, şimdi 21 kg et alınabiliyor.
Bu 7 kg et ise bize yurtdışından yem için tarım ürünü satan yabancı çifçinin boğazından geçiyor.
Basitçe yurtdışındaki yabancı çifçi ve işçi şişmanlıyor, bizim çifçimiz ve işçimiz zayıflıyor.
Öte yandan; 25 kuruşluk yumurta “organik” adı altında 75 kuruştan satılıyor.
Organikliği ise tartışma konusu.
Bu ağır koşullarda üreticimiz, geçinebilmek için türlü “numaralar” yapmak zorunda kalıyor.
Her hareketimizin doğaya uygunluğunu kontrol etmeliyiz.
Hayvanlara doğal olmayan ucuz ve katkılı yem vermenin, onları tabiata salmamanın, ahırda tutmanın yani doğal olmayanın ağır bedelleri var.