Küresel sermayenin en büyük silahıdır borç vermek. 

Öncelikle biraz daha geriye gidip sömürü sistemi kısaca hatırlayalım. Sömürü ilk olarak yağmacılık ile başladı. Kelli felli kılıçlı, kalkanlı adamlar köyleri basıp, öldürüp mallarına kondu. Ardından bu çok vahşi durum biraz gelişti. Yeni ve savunmasız bölgeye yerleşme ve onları köleleştirip, çalıştırma sömürüsü başladı. İsyan eden, karşı çıkan kabileler hızla soykırıma uğratıldı. Hemen yerlerine başka sömürü ülkelerinden, burada sömürülmesi gereken köleler getirildi. Sonra bir gün Dünya biraz daha gelişti. Bu insani olmayan durumda çağ dışı kaldı. Ve ideoloji sömürüleri başladı. Komünizm, kapitalizm gibi modeller küçük ülkelere ikna yöntemi ile kabul ettirildi. İdeolojiye ikna edilen ülkeler çalıştırılıp, ana ülke zengin ediyordu. Sonra bu da evrildi. Yine Dünya görüşü oluşmamış, bilimi yetersiz, eğitimi yetersiz, güçsüz, haddinden fazla borçlanmayı dertlenmeyecek ülkeler bulunmalıydı. Onlara bol bol borç para verilmeliydi. O topluma anlık ve büyük keyif, zenginlik yaşatılmalıydı. Sonrasında ise tabi ki! O kısacık mutluluğun ağır faturası olacaktı. Yıllarca ve katlanan faiz ile sömürülecekti… 

Borç yeme meselesi şahıslarda da devletlerde de aynı etkiyi yaratır. Devletlerde önce ülkenin yöneticilerini ikna edilir. Ki genellikle bu siyasi, kişisel kazançlar sağlayacağına dair bir ikna yöntemi ile olur. Ardından basireti zayıf, öngörüsü zayıf olan hükmeden, bunu sonsuz bir refah zanneder. Ya da zannetmek ister. Hemen yüklü miktarlarda borç para alınmaya başlanır.

Bu arada hükmeden, basiretli ise; Bunu çok iyi de kullanabilir. Buna günümüzde en iyi örnek Güney Kore’dir. 2008’de her ülkeye bedava ve bolca dağıtılan dış borçları mevcut markalarını güçlendirmeye harcadılar. Hiç har vurup harman savurmadılar. Ve bugün halkının alım gücü çok yüksek. Kişi başı milli geliri çok yüksek. Hane faturaları ise çok düşük… Çünkü öyle geliştiler ki şimdi o borç aldıkları ülkelere pahalı teknolojiler satıyorlar. Oyunu doğru oynadılar. Ve o ülkeleri kendilerine borçlandırıyorlar…

Maalesef her ülkede durum bu kadar sağlıklı sonuçlanmıyor. Kişisel çıkarlar ön plana çıkabiliyor. Özellikle seçim önceleri, alınan bu yabancı borç parayı halka çok ucuza dağıtılır. Millet adete krediye, paraya boğulur. Geçici bir zenginlik yaşatılır. İnsanlar umarsızca yine o borç aldıkları ülkenin teknolojilerini, cep telefonlarını, arabalarını alır. Eee cepte para da var. O arabalarla bol bol gezilir. Normal’den daha fazla, yine onların benzini tüketilir. İşte o an, çok az çalışarak bu bolluğa ulaştığı için hükmedene sonsuz biat etme başlar. 

Ama yabancıdan alınan borç ile devletine, milletine yatırım yapmak yerine, kişisel hükümdarlığa yatırım yapılmış ülkede, kısa sürede değersizleşme başlayacaktır. Alınan borcun vadesi gelir. Üretim, nüfusa oranla arttırılmadığı, yeterince teknolojik, bilimsel araştırmalar yapılamadığı için ödeme sıkıntısı baş gösterir. Hatta çoğunda ödenemez. Mecburen yabancıya boyun bükülür. Tekrar borcu yapılandırması rica edilir. Ödeme zorluğu çekmiş olman, yabancının faizcinin daha da iştahını kabartır. Hedeflediği olmuştur. Ve sömürü başlar. Derki “Sen borcunu zamanında ödeyemedin. Artık risklisin, risk puanın şimdi daha yüksek. Tekrar vadesi dolan borcun kadar kredi kullanmak istiyorsan faizi iki kat ödemelisin.” Borçlu ülkenin elbette pek seçeneği yoktur. Ve muhtemelen yine başka bir seçim ya da benzer bir sıkıntının üstüne bu nakit sıkışıklığını, alacaklı tarafından zapturapt altına alınmayı ilave etmek istemez. Kesinlikle, Millet yabancıya borcunu ödeyemeyecek durumda olduğunu bilmemelidir. Yoksa sıkıntı olur. En iyisi millet durumu çakmadan, iki kat, üç kat faizle borcu yenilemek olarak görülür. Bu durum olsa olsa sene sonu bütçe görüşmelerinde farkedilecektir. Şimdi günü kurtarma vakti kabul edilir. O zamana kadar başka birşey düşünülür. Ve hükümdarın çıkarları uğruna kan emici faizcilere ülke teslim edilir. Çünkü hızla büyüyen dış borç, bir sonraki yani yeniden yapılandırılmış vade de ödenemeyecektir. Ve daha yüksek faiz ile borç tekrar yapılandırılacaktır.

Faizciler bedene girmiş parazitler gibi yavaş yavaş bedeni zayıflatır. Ve elbette asıl kabahatli; Buna müsaade eden, kişisel bakımını (gelişimini) yeterince yapmamış bedendir. 

Ülke faizcilerin merhametine teslim edilmiştir. 

Ülkede toplanan vergilerden ciddi bir bölüm faiz, kur farkına gitmeye başlar. Bu durum başka tavizlere de yol açar. Altın, döviz bozdurana ekstra faizler ödemek vs. gibi… Ülke adeta faize, ranta teslim edilmiştir. Enflasyon coşar. Böyle bir ortamda gücü korumak zorlaşır. Hükmeden, gücünü koruyabilmek için bazı gruplara tavizler, yüksek meblağlı ihaleler vermek durumunda kalabilir. Denk olması gereken “Denk Bütçe”, bir türlü denklenemez. İki yaka bir araya getirilemez. Düzenli ve artan bütçe açıkları dönemi başlar. Bu kur farkı, faiz ve düzensizlikler hayat pahalılığını tetikleyebilir. 

Ve toplum; Kişisel gelişimini, sağlıklı sorgulamalarını, daha güzeli arama eleştirilerini yapmamasının faturasını ağır öder. Markete çıkar fatura ağırdır. Kış gelir ısınma faturası katlanmıştır. Gece gelir, aydınlatma faturası iç karartır. Ay sonu gelir barınma kirası fenalık geçirtir. Giyim, defter, kitap, okul faturaları candan bezdirir. 

Az çalışarak çok tüketmenin, borç alıp yemenin faturası çok çok ağır olur. 

Hükmeden hizmetlidir. Rahat etmek için o mevkiye seçilmemiştir. Bu sebeple o mevki sürekli ve elbette hakaret etmeden eleştirilmelidir. O eleştiriler hükmedene güç verir, onu dinç tutar. Eleştiriler, denetimler, oto kontroller sağlıklı çalışmayı tetikler. 

“Sen ağamsın, paşamsın, nicesin” dediğin kişi ise çalışmaz. “Ben ağayım, yaptım yapacağımı, artık yapmasamda olur” der ve yatar bir köşeye… Bir süre sonra tembelliği, iş yapmazlığı bir de ağzına vurur. O böyle şu böyle dedikoduları, ayrıştırmaları başlar…  

Unutmayın! “Borç yiyen, kesesinden yer”. Hoyratça davranıp borcu ödeyemezsen kese gider… Devletin kesesi ise; Millettir, vatandır…