Türkiye İstatistik Kurumunun verilerine göre, Dış Ticaret açığımız Eylül 2012 dönemi itibariyle 6,8 milyar dolar’a yükseldiği açıklandı. Oysa ki beklentiler düşeceği yönündeydi.
Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın da bu konu hakkında açıklamaları oldu. Oniki aylık toplam dış ticaret dengesinde 87,2 milyar dolarlık açık olduğunu açıkladı. Bu rakamda enerji hariç tutulduğunda, bu rakamın 35,4 milyar dolar olduğunu ve bu rakamında son yirmi iki ay’ın en düşük seviyesinde olduğunu açıkladı.
Sayın Çağlayan’ın da ifade ettiği gibi, Enerji’ye bağımlı olmamız dış ticaret açığımızı hızla arttırmaya devam etmektedir. Bu durumda yapılacak tek şey kalıyor. Çocukluğumuzdan beri duymaya aşina olduğumuz, yerli malı’na yönelmek.
Enerji ihtiyacı için yerli malı kullanalım desek, önemli yeraltı kaynaklarımızı (petrol, doğalgaz gibi) yapılan anlaşmalar çerçevesinde, çıkartıp işleyemiyoruz. Bu kadar borç yükü olunca, doğa’ya zararsız enerji üretmekte imkansız, çünkü çok maliyetli.
Bu ihtiyacı karşılamak için ise tek çare kalmış görünüyor. Hidroelektrik santraller. Bugün, hükümet’in gündeminde bir çok HES projesi bulunuyor. Kendi enerjimizi uluslararası şirketlere ürettirerek, bu devasa cari açığı kapatabilmek adına, doğanın ekolojik dengesi bozulacak ve çifçinin tarlasını işleyebilmesi için, ihtiyaç duyduğu su elinden alınacak. Su’yu medeni hayatlarımızın, vazgeçilmez bir parçası olan enerji üretmek için kullanmamız ise, ancak geçici bir süre için sıkıntılarımıza çözüm sağlayacaktır.
Yaz ayları zaten çok sıcak ve kurak, kışın oluşan su ancak santralleri doldurduğunda ve santral borularına hapsedildiğinde, geriye hiç bir şey kalmıyor. Şirketler can suyu adı altında, sadece %10’unu geri bırakıyorlar. Büyük bir kısmı da doğasında değil, santrallerde buharlaşıyor. Ya da boru’lardan deniz’e karışıyor. Doğa’da su olmaz ise, yaşam olmaz ki!
Peki ya sonrasını düşünebiliyor muyuz? Şu anda yaşadığımız acının çok daha şiddetlisini yaşamayacakmıyız? Uzun vadede, daha derin acılar ile tanışacağımız şimdiden çok açık değil mi?
Ekonomi artık bizim vazgeçilmezimiz, finans kapitalizm’i yokmuş gibi yapamayız. Bu düzenlemeler ile doğayı tüketirsek, mevcut hırslarımız için, kendi sonumuzuda getireceğimizi unutmamalıyız.
Çare yok mu, tabii ki var. Daha az tüketerek ve kapitalizm’in özü ile, yani daha çok üreterek bu kriz’i aşabiliriz. Artık hepimiz On kazansakta, bir kazanıyormuş gibi yaşamayı öğrenmeliyiz. Bir kazanıp, On kazanıyormuş gibi yaşama alışkanlığımızı ise ivedi olarak sonlandırmalıyız.
Hükümetlerin, kendi başlarına alacağı önlemler ile, sorunlar sadece ileriye ötelenecektir. Gelecek için duyduğumuz bu kaygı ve endişe, tüm insanların, hepimizin bu bilinçle yani on değil bir tüketmesiyle, dünya daha uzun bir ömüre sahip olabilir.
Türkiye’ye gelince; Enerji meselesi, her dönem dünyanın sorunu olmuştu. Bugünlerde yine enerji meselesi için, Suriye ile karşı karşıya getiriliyoruz. Ortadoğu’da mevcut tüm savaşlar ve arap baharları bu sorun sebebiyle yaşandı. Dünyanın jandarması ABD’nin, 1980 ve 1988 yılları arasında yaşanan İran-Irak savaşında Irağı, yani Saddam’ı desteklediğini ve silah yardımında bulunduğunu biliyoruz. Fakat Saddam’ın sonunu da biliyoruz. ABD’nin tek dostu kendisi.
Menfaatlar bittiğinde kimsenin gözünün yaşına bakılmadığını, tarih bize anlatıyor.
Dış borçlanmamızı, cari açığımızı bir an önce sonlandırmalı ve başka ülkelere bağımlı olmadan yaşamayı öğrenmeliyiz. Başka ülkeler bizi tüketmeden.