Bizim oralarda birbiri peşi sıra gelen acılarda “acı öteee (öteki) acıyla yunuyor (yıkanıyor)” diye bir laf vardır Türkiye’miz son günlerde, ne acıdır böylesi günler geçiriyor. Acılar, söylenegeldiği gibi, hayatın parçasıdır amma yine de yanan yüreklerimiz için Cenâb-ı Hakk’tan istimdat dilemekten başka elden gelenler zaten yapılıyor… Rahmet ve sabır dileklerimizle niyazımızsa Allah’ın devletimize zeval vermemesi... Geçen hafta yaşanan ve neredeyse 30 yılı aşkın bir süredir devam eden terör belâsının, içeriden ve dışarıdan körüklenen pek çok sebebinin bulunduğu hususunda, artık söylenmedik söz sanırım kalmamıştır!.. Sadece evlâtlarını kaybeden on binlerce ailenin değil, siyasî ve de iktisadî çıkar peşinde olanlar dışında, bütün bir milletin içinin kan ağladığı böylesi durumlarda ilk aklıma gelense Misak-ı Millî hudutlarının törpülenerek Türk dış politikasını “ne yapalım başka çare yoktu!” mantığına mahkûm edilişi gelir. Bu sınırlarla Güney Doğu coğrafyasının ne kadar güvenlikten yoksun olduğu her gün daha aşikâr hale gelirken Kuzey Irak’ta bir “güvenlik koridorunun” oluşturulmasından başka çare bulunmadığı, herhalde, açıkça görülmektedir. Yoksa Türkiye’mizin Güney Doğusu hep birilerinin insafında olacaktır. Ama!.. Birilerinin böyle söylenmeye başladıklarını duyar gibi oluyorum. Bunun aması yoktur!... İşte İsrail örneği… B.M.’lerin onlarca kararını ne kadar, tabirimi mazur görün, iplediği belli değil mi? Üstelik B.M.’lerin bugünkü yapısı ile vetocuların oyuncağı olduğu, ayrı bir konudur. O halde? Bugün sizlere düşüncelerimi söylemek etmek istediğim asıl konu bu değildi. Geçen hafta yazmağa başladığım, sonra yırtma ihtiyacını duyduğum meseleye tekrar dönmek istiyorum. Yazımda, asrımızda yaşanan devlet adamı fıkdanının prototip örneklerinden biri olan bay Sarkozy’nin Ermenistan’da yediği “nane” dolayısıyla bir Alman yazarın tarihi tespitlerinden hareketle, Fransız tarihinde bakılması gereken notlar düşmek istemiştim. Önce, bir unutulmuş veya el vererek ABD’nin üzerine boca edilmişin sayfalarını çevirelim… Çin Hindi Yarımadasında Fransa’nın 1946’dan 1961’e yaptıkları zulmün adının sadece savaş hali olduğu söylenemez. Zira, önce orada ne işleri vardı? Bu soruyu, Avrupalı devletlerin 18nci yüzyılda başlayan ve giderek daha acımazsız hale gelen sömürü ahlâkını(!) bildiğimizden, sormak bile abes. O halde 1946 yılında Fransızların Vietnam’ın Hai Phong kentine 6 000 sivili katlederek yaptıkları çıkartmanın sadece bir başlangıç olduğunu söyleyerek tarihin sayfalarına girelim. Birinci safhası 1961’e kadar Fransızlarla, ikinci safhası 1973’e kadar ABD ile süren o çirkin savaşta 2,5 - 3 milyon insanın, çeşitli acımasız yöntemle, katledildiği tarihin sayfalarında yerini almıştır. Bu rakama yaralı, dul ve öksüz kalanlar dâhil değildir ve 11 milyon civarındaki göçmenin oradan oraya sürüldükleri de ayrı bir gerçektir. Bunun adı, hedefi bir başka coğrafyaya yerleştirme olan “tehcir” de değildir. Zulümden kaçıştır!.. Burada masum(!) Fransız’ın tarih sayfalarına bir başka noktadan göz atmak faydalı olacaktır. 19ncu yüzyılda zirve noktasına varan Batılı emperyalizmin sömürge haline getirdiği toprakların toplamı 73 milyon km2’dir. O yıllardaki sömürü coğrafyasında 33,3 milyon km2’lik toprakla İngiltere birinci sırada yer alır amma Fransa, 10,5 milyon km2 ile üçüncü sıradadır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, bilinir çeşitli uyanış hareketleriyle Sömürge İmparatorluklarında çözülmeler başlayacaktır. Fakat hâlâ sömürgeciliğine yeni bir kılıf arayan Fransız aklı, “Afrikalıların, kültür ve uygarlığına saygılı bir Fransız Federasyonu” kuracakları vaadi ile öncesinde yaptıklarının bir nevi “uygarlık dışı” olduğunu da itiraf ederken utanmayacaktır… Ve Fransız sömürgeciliğinin 20nci yüzyılda zirveye tırmanan yüz karası Cezayir meselesi! 1954’den 1962’e kadar uzanan 8 yıl boyunca 250 000 Cezayirlinin hayatını kaybettiği ve yine bu rakama yaralıların, dul ve öksüzlerin dâhil olmadığı bilinendir. Buna tam 2 milyon Cezayirlinin, toprağından koparılarak sürüldüğü ise ayrı bir gerçek... Dönelim dilerseniz 1871 yılına ve Fransa’nın kendi içine. 1871 yılında Mart ayından başlayarak Hazirana kadar süren nümayişler süresinde tam 25 000 kişinin öldürüldüğü, aralarında 17 yaşından küçük 650 kişinin de bulunduğu 38 000 Komün mensubunun hapishanelerde “bizleri öldürmeyin” yalvarışları içinde çırpındıkları ve aralarından bazılarının hapishanedeki “havasızlıktan” boğularak öldüklerini yazan gazetenin adı, 2 Haziran 1871 tarihli Paris Journal’dir. O günlerde, yani 1800 ilâ 1890’lı yılları arasında Avrupa’da yaşanan hayat şartlarından kurtularak başka yerlere göç etme ihtiyacını duyan insanların sayısının 50 milyondan fazla olduğunu yazan Alman araştırmacısı Hans Dollinger, Asya, Afrika ve Amerika coğrafyasına bakmanın kâfi geleceğini düşünerek Fransa’dan göç edenlerin sayısını vermek ihtiyacını duymaz. Ama, bugün bağımsızlıklarına kavuşmuş bazı ülkelerin ana dillerinin hâlâ Fransızca oluşu çok şey söylüyor olmalıdır!.. Amerikan’ın keşfinden sonra başlayan sömürgecilik furyasında Fransızların yine gölgede kaldıkları ve paylaşım pastasının İngiliz, İspanyol ve Portekizliler arasında olduğu düşünülür. Oysa Fransa Önemli bir süre Kuzey Amerika’dadır ve Amerika’da Fransız kâşiflerine refakatçilik yapan La Salle’in yazdıklarına göre; 1680’li yıllarda 800 millik Saint Lorenz akıntısından Missisipiye kadar olan bölgede, 80 yılda, çeşitli metodlarla tam 600 000 yerli yok edilmiştir. Ve burada da Fransızların eli temiz değildir. Şüphesiz bire bir ayırım yapmak mümkün olmamaktadır ama 1444 yılından 19ncu yüzyıla kadar Portekiz, İspanyol, Hollanda, İngiliz ve Fransızların Afrika’dan esir ticareti yoluyla 25 ilâ 50 milyon arasındaki Afrikalıyı, hangi şartlarda olduğunu söylemeye bile gerek olmayacak tarzda, yeni ülkelere götürdükleri ve sattıkları, bay Sarkozy gözden kaçırabilir ama bize göre çok yüz akı olacak şeyler olmadığı aşikârdır. Biraz daha gerilere gidelim mi? Tarih 1530’ları göstermektedir. Kral 1nci Franz zamanıdır. Fransa o günlerde cadı avına çıkmıştır!.. Ülkede 100 000 cadının olduğu kayıtlara geçer ve bunların pek çoğu idama mahkûm edilir!. Fransız ihtilâlinden, Avrupalıların kendi aralarında sürdürdükleri Mezhep Savaşlarında hiç söz etmek bile gerekmez. Bu onların meselesidir, diyerek geçmekte fayda var. Ama biraz daha gerilere giderek 1099 tarihli başlayan Haçlı Seferlerinde Kudüs’te Müslüman ve Musevi sivil halktan tam 50 000 kişiyi katlettiklerini kendi tarihleri de yazıyor! O halde!.. Kısaca bay Sarkozy ve bir başka Batılı veya bizden birileri “soykırımdan” söz edecekse, herhalde önce Avrupalının tarihine sadece şöyle bir göz atması yeterli olacaktır. Fakat neylersiniz ki tarihi, bizlere bile Batılıların bakış açısıyla vermekte mahzur görmeyen bir Batılılaşma kompleksi yaşanmaktadır...