Avrupa için fırsat bu fırsattı… Zayıflamış Osmanlı’ya, müttefikleri Rusya’ya yardım bahanesiyle saldırmanın tam zamanıydı.
Tam 500 yıldır bugünü kolluyorlardı. İstanbul’un fethinden sonra “Truva’nın intikamını aldık.” diyen Fatih Sultan Mehmet’in o sözü… 3000 yıldır bununla övünen Avrupa’yı incitmiş görünüyordu…
Aynı “İlyada” da anlatıldığı gibi yine gemilerle Truva önlerine, Çanakkale’ye geldiler. Ama bu sefer gemileri çok daha donanımlıydı. Yine akıllarında kurnaz Odisseus gibi hileli bir saldırı vardı…
O güne kadar yazılmış askeri strateji kitaplarına uygun olmayan bir askeri çıkartma planlıyorlardı.
Fakat karşılarında bu sefer Prens Paris yoktu… Yarbay Mustafa Kemal gidişatı çok önceden görmüştü. Ve tam iki sene öncesinde 1913’te Çanakkale, Truva’ya gitmiş ve orada keşifler yapmıştı. Bölgeyi tanımıştı.
1915 yılı gelip de 16 İngiliz gemisi Çanakkale kıyıları bombalamaya başladığında, kara taarruzunun yakında geleceği belli oldu. Alman General Liman Von Sanders klasik strateji ile savunma hattı oluşturmak istiyordu. Yarbay Mustafa Kemal ise farklı yerden çıkacaklarına emin olduğu söyledi. Ve detaylıca sebeplerini anlattı. Atatürk’te, Fatih Sultan Mehmet gibi İlyada’yı çok iyi biliyordu. Bu konu hakkında ciddi araştırmaları olmuştu. Hileli bir strateji uygulayarak ve Odisseus’u yad edeceklerinden emindi.
Düşündüğü gibi de oldu…
Ama İngilizler için bu tam bir travma olacaktı. Onların bu tutumu sergileyeceği anlamış bir Türk ordusu, öncesinde çıkacakları yerde hazırlanmıştı. Silah ve cephane bakımından üstün olmalarına yenilmekten kurtulamadılar. Savaş bittiğinde Anafartalar kahramanı olarak Yarbay Mustafa Kemal gazete manşetlerine taşındı. Gazeteler röportaj yaptı. Halk onunla gurur duyuyordu. Padişahtan övgü ve madalya aldı.
Sene 1919’a geldiğinde, Osmanlı tam anlamıyla zayıflamıştı. İngilizler İstanbul’da cirit atıyor, sarayda onların sözü geçiyordu. Sokaklarda İngiliz askerleri kimlik kontrolü yapıyordu… Osmanlı askerleri pasifize ediliyordu.
Ama halen Truva’ya, yani soydaşlarına yardım etmiş Anadolu’nun yönetimi ele geçirilememişti.
Bu göreve Akalar’ın torunları Yunan ordusu da talip oldu. 15 Mayıs 1919’da İzmir’den Anadolu’ya girdiler. Osmanlı zayıflamış, askeri gücü dağıtılmıştı. Yunan ordusunun karşısında çiftçiler vardı. Ve yine Odisseus’luk peşindeydiler.
Girdikleri köylerdeki evlere baskın yaptılar. Ve dediler ki;
    •    Altın vereni öldürmeyeceğiz. Ama altınınız yoksa bedeli canınızla ödersiniz.
Canını kurtarmak isteyen çiftçilerimiz istediklerini yaptı. Onlara altın verdi. O birlikte onları öldürmedi. Fakat veremeyenler derhal süngülendi. Evleri yakıldı. Kadınlarına tecavüz edildi. Masraf olmasın diye kurşun harcamıyorlardı.
Fakat giden Yunan birliğin ardından başka bir birlik geliyordu. İşte Odisseus oyunu burada başlıyordu. Yani altın verebilenlerde kurtulmuş sayılmazdı… Çünkü ertesi gün gelen diğer birlik, aynı ailelerden yine altın istiyordu. Onu da savuşturabilenlere birkaç gün sonra başka bir birlik daha gelip, yine altın istiyordu. Altın yetiştirebilmenin imkânı yoktu ve olmayacaktı da…
Hayatta kalmak için tek çare dağlara kaçmaktı.
Bu arada 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa Anadolu’ya ayak basmış ve Anadolu’dan hileci işgalcileri kovmanın ilk adımlarını atmıştı…
Hileyle kazanılmış Truva gibi, “hile” Yunan ordusunun birinci taktik anlayışıydı. O günün koşullarında hile üstüne hile yapıyorlardı.
Bu arada zaman ilerliyor, hızla düzenli ordumuz kuruluyordu. Bu düzenli ordu, üst üste zaferler elde etmeye başladı. Yunan ordusu ise yüz yüze çarpışmaya korkup kaçmaya başladı.
Ama son bir Odisseus’luk daha akıllarında vardı. İzmir’e doğru kaçarken, Türk ordusunun geçmek zorunda olduğu en kritik noktaya mayınlar döşemişlerdi.
Yunan komutan, mayınların vermiş olduğu rahatlık ile “İzmir’i rahat rahat tahrip edin” emrini verdi. “Bu mayınları aşmaları en az iki haftalarını alır” diyordu…
Ama karşısında, ‘Truva atını ödül ve süs sanıp kaleye alacak bir komutan’ yoktu. Türk ordusu, mayınlı bölgeye akşam üzerine doğru geldi. Mustafa Kemal Paşa derhal çevre köylerden küçük baş hayvanları toplattı. Ve aynı gece keçilerin, koçların boynuzlarına mumlar yaktırarak mayınlı araziye salıverdi.
Arkalarından da ordumuz, olabildiğince güvenli bir şekilde ve sadece bir gece de mayınlı alandan geçti.
Ertesi gün Türk ordusunu karşısında gören Yunan ordusu ne olduğunu anlayamamıştı. Biçare, panik içinde sağa sola kaçışıyorlardı. Ve nihayet o tarihe geçen sahne gerçekleşti… İzmir’den denize döküldüler…
Ertesi birkaç gün İzmir kıyılarında denizi seyredenler, kıyı şeridinin Yunan askerlerinin şapkası ile kaplandığını göreceklerdi…
Ve hemen ardından İngiliz işgalcilerde İstanbul kovuldu… İstanbul tekrar bizimdi… Ve İngilizlerin ardından Mustafa Kemal Paşa’da “Truva’nın intikamı aldık” diyecekti… Onun için bu sadece ulusal bir görev değildi. Bu görevi “Kültürel bir sorumluluk” olarak ele almıştı…
19 Mayıs, sadece Türkiye’nin kurtuluş mücadelesi değil… Bütün Anadolu uygarlıklarının kurtuluş mücadelesiydi… Anadolu, yine Anadolu halkında kalmıştı… 3000 yıl önce Truva, sonrasında büyük İskender, Roma ve Bizans ile defalarca Avrupa, Anadolu’yu ele geçirmişti. Ama bu sefer, bu gaspın tekrarlanmasına izin verilmedi.
Ve bu önemli gün ve misyon Türk’ün geleceğine, Türk gençlerine emanet edildi.
Anadolu’da yaşamımızı sürdürmeye devam etmemiz, sadece 1071’den sonra bu topraklara gelmiş atalarımıza huzur vermez… Ondan önce de Truva’da yaşamış, hatta Truva’ya yardıma koşmuş ve kökenlerinde “Türklüğün” olduğu birçok Arkeolojik bulgu ile ortaya çıkmış… Uygarlıkların doğduğu Eti, Sümer medeniyetlerine de huzur verir…
Evet gençler!.. Bugün Anadolu’nun “Kültürel Sorumluluğunun” size emanet edildiği gündür… Bu kutsal emanetiniz, misyonunuz, bayramınız kutlu olsun, ve her daim mutlu olsun…