Uzun bir zamandır, Başbakan Erdoğan BM’yi beğenmediğini ve yeniden düzenlenmesi gerektiğini, söylüyor. Son olarak, BM’ye güvenmediğinin altını bir kez daha çizdi. Avrasya İslam Şurasında konuşurken, şu anda daimi üyeler arasında halkı Müslüman olan ülke olmadığını, vurguladı. Aslında, daimi üyelerin halklarının arasında Müslümanlar da yaşıyor, Başbakan, Müslüman ve diğerleri ayrımını vurgulama ihtiyacı duyuyor. Kaynayan bölgeler, Müslüman nüfusun yoğun olarak yaşadığı yerler.
Erdoğan, özellikle daimi ve geçici üyelik ayrımına karşı çıkıyor. Sürekli denetim mekanizmasını öneriyor. 2006 yılındaki Peygamber karikatürleri bağlamında, inanç ve değerlere hakaret meselesinin cezalandırılmadığını, belirtiyor. Erdoğan’a göre ve haklı olarak, BM savaş şartlarında oluşmuş bir örgüttür. Erdoğan, bunu adil bulmuyor. Hatırlanacağı gibi, savaşın ardından imzalanan antlaşmanın üzerine inşa edilen Milletler Cemiyeti, yıkılmaya mahkûm edilmiş bir yapıydı. Erdoğan’ın en önemli itirazı, daimi üyeler konusunda. Ona göre, 7 milyar insanın kaderi, 5 ülkenin temsilcilerinin iki dudağı arasında sıkışmış durumda.
Konu sonunda, temel gündem maddesine geliyor. Erdoğan, Suriye’de yaşanan ölümlerin, BM tarafından izlendiğini, vurguluyor. Dünya barışını sağlayamayan bir Birleşmiş Milletlere ihtiyaç olmadığını, açıklıyor. Rakamlar ortada. Suriye’de 50 bin ölüm ve sadece Türkiye’de 170 bin göçmen var.
Erdoğan ardından sözü, Bosna Hersek’e, Myanmar’a, Filistin’e getiriyor. BM’nin ve Batı’nın tutumunu, İslam karşıtlığına bağlıyor. Hz. Musa'yı ve Hz. İsa'yı kendi peygamberleri olarak gördüklerini ve Müslümanların aynı hürmeti görememelerinin büyük bir çifte standart olarak değerlendirildiğini, vurguluyor.  İsrail’i bir terör devleti, olarak nitelendiriyor.
Reform konusuna gelince…
BM “kolektif güvenlik” (ortak güvenlik) sisteminin çalıştırılmasını esas alan bir örgüttür. Kolektif güvenlik, Milletler Cemiyeti’nin de kuruluş amaçlarındandı. Kolektif güvenlikte, üyelerden birinin güvenlik ya da egemenliğini tehdit eden unsurlara karşı ortak hareket etme amacı vardır. Bu ilke, BM tarihinde iki kere uygulandı. Birincisi, 1950 yılında, Kuzey Kore’nin Güney Kore’yi işgaliyle oldu. BM Güvenlik Konseyi, bu olaya karşı karar aldı. Bu karar, SSCB yönetiminin, oturumlara katılmadığı bir dönemde alındı. İkincisi ise, 2 Ağustos 1990 tarihinde, Irak’ın Kuveyt’i işgali karşısında ortaya çıktı. 678 sayılı karar, Irak kuvvetlerinin Kuveyt’ten çekilmemesi halinde, Irak’a karşı her türlü tedbirin alınmasını öngörüyordu.
1648 Vestfalya Antlaşmasıyla ilkeleri ortaya konulan uluslararası sistemin ana aktörü, devletlerdir. Buna göre, devlet, belirli sınırları içerisinde meşru olan tek otoritedir. İç işlerine karışmama anlayışı da bu antlaşmayla korunan ve uygulanan bir prensiptir. Milletler Cemiyeti ve Birleşmiş Milletler örgütlerinin ortak noktası, devletlerin başat aktör oluşudur. Suriye’de insanların zarar gördüğü bir dram, sivil savaş yaşanmaktadır. İnsani müdahale talebi bulunmaktadır. İnsani müdahalenin amacı, insan hayatının korunmasıdır. İnsani müdahale kavramı, Vesfalya’dan beri uygulanan ana prensiplerin sorgulanmasına yol açmıştır. Soğuk Savaş sonrası, insani güvenlik, devletlerin güvenliğinin önüne geçmiştir. Bu noktada sorgulanması gereken, kurulacak yeni adil uluslararası sistemde, devletlerin egemenliğinin mi yoksa birey haklarının mı başat unsur olarak sistemi şekillendireceğidir. Sorunun cevabı basit değil, Birlemiş Milletler’in reformu konusunun yakın gelecekte çözümlenebileceğini söylemek ise mümkün değil. Çünkü, en basit ifadesiyle, devletler, egemenliklerinin sorgulanmasına, devlet-merkezli sistemden birey-merkezli sisteme geçmeye hazır ve istekli değiller. Milli çıkarlar, ideolojiler ve güç mücadelesi, hâlâ uluslararası sistemi açıklıyor. Yumuşak güç, bu sistemin devam ettirilmesinde kullanılan bir araç ve yöntem olmaktan öteye geçemiyor. Sonuç olarak, devletler sadece çıkarlarıyla uyuştuğu zamanlarda, güçleri ölçüsünde, insani müdahaleden ve insan haklarından bahsediyorlar. Başbakan’ın istediği reform mu? Bir başka bahara…