ZİYA GÖKALP VE UMUMİ CEHALETİMİZ.
Abdullah KILIÇ
İçimde çöreklenmiş bir acıdır; bilgisizliğimiz ve bunun da farkında olamayışımız.
Acaba bizim yazarçizer geçinenlerimizin bile basmakalıplıklardan kurtulamadığını, pek çoğumuzun günlük gazete yazılarından satır aralarındaki lafları tekrar ederek ahkâm kestiğimizi söylesem haksızlık etmiş olur muyum? Bilmiyorum, ama benim böyle bir karamsarlığım var. Bu tespite katılanlar olacaktır ve buna ait, pek çok kara mizah olay akıllara geliverecektir. Ben de böyle iki olayı sizinle paylaşmak istiyorum: Bu olaylardan ilki üniversite yıllarıma ait. İktisat tarihi dersimizde, söz kamu maliyesi anlayışını doğuran olaylara ve buna ait bazı tespitlere gelmişti; dersi anlatan hocamız ılımlı bir solcuydu. O zamanlar Maoist geçinen bir arkadaşımız söz isteyerek hocamıza:"Dönemin emperyalist gücü olan Osmanlı devletinin bir maliyesi var mıydı?" gibi garip bir sual sordu.Hoca adeta buz kesti .Kürsüde bir iki baş gidip geldi ve kulak kesilmiş sınıfa hitaben; "arkadaşlar bu garip yargılara nasıl varıyorsunuz, altı yüzyıldan fazla dünyanın en büyük devleti olmuş bir yapıda maliye var mıydı yok muydu, diye soru sormak bir üniversite öğrencisine yakışmıyor.Arkadaşlar Osmanlı devleti her haliyle bir devletti hem de gerçekten büyük bir devletti. Düşünün ki; her iki VİYANA KUŞATMASI'nda da ordunun su dâhil bütün ihtiyaçları İstanbul'dan karşılanmıştır. Bu bugün bile modern devletlerin üstesinden gelemeyecekleri bir lojistik başarıdır. Yazık... çok yazık... "Ve ders bitti. Tabi o zaman ki fikri yapıma göre bu arkadaşa kızmam gerekirdi. Fakat kızamadım halimize ve ne hallere getirilebildiğimize acıdım. Halen daha o anı ve acıyı yaşarım..
Buna emsal bir olay da bundan yıllarca önce bulunduğum bir sohbet ortamında oldu. Hani adettir ya, iki Türk bir araya geldi mi dünyayı kurtarmaya koyulur. Öylesi bir ortam sağdan soldan acımasız salvo atışlar... O zamanlar Erbakan Hoca'nın temsil ettiği siyaseti takip eden bir amca, sözü ülkücülere oradan da rahmetli Ziya GÖKALP'e getirdi. Ve aklımda kaldığına göre; "GÖKALP İtalyan hastanesinde öldü ve öldüğü zaman da odasındaki duvardaki haçın gölgesi tam anlının ortasına düşmüştü" diyerek bir mümini acımasız ve akıl almaz, vicdan kabul etmez bir şekilde karalamaya kalktı. Rahmetli GÖKALP ile ilgili hiçbir eser okumamıştı. Sadece birilerinden bir şeyler duyan birisi, ona da bu duyduklarından anlatmıştı! Ciddi bir infiale kapıldım. Öncelikle o şahsa, sonra orada bulunan haziruna;
GÖKALP'in sürgünden eşine ve kızlarına yazmış olduğu mektuplardan her hangi birini okuyup okumadıklarını sordum, haberleri bile yoktu. Bu mektupların derç edildiği eser, sekiz yüz sayfaya yakın ansiklopedik boyda bir eserdir. Bana göre; GÖKALP'in milletine bıraktığı en büyük mirastır. Zira o mektuplarından birinde; "Ruhumdan neler geçiyorsa, kalbimde nasıl bir hayat yaşıyorsam onu yazıyorum. Zaten ben eskiden beri yalnız fikrî bir hayat derûnî bir hayat yaşamaya alışkınım...."demektedir. Gerçekten de bu mektuplar okunduğu zaman tam bir mümin ve gerçek bir mefkûre adamı ile yüz yüze gelirsiniz. Bakınız bu büyük mütefekkir 7.OCAK.1921'de MALTA'dan eşi Vecihe Hanım'a yazdığı mektubunda ne diyor: "Gerçekten İslam olanlara göre, Allah kerimdir; Allah vardır ve gam yoktur. Her şey geçer, yalnız Allah'ın inayeti nihayet bulmaz. Felâketler birer imtihandır. Ayrılıklar beraberliğin kadrini bilmek için birer derstir....." aynı mektubunun bir başka yerinde de: İnsanları sevmek! Bu hakikati en evvel ortaya atan bizim peygamberimizdir. Peygamberimiz bir hadis-i şeriflerinde diyor ki, -AKLIN BAŞI ALLAH'A İNANDIKTAN SONRA SEVMEKTİR.- İşte hocalarımızın vazifesi köy köy, mahalle mahalle, şehir şehir dolaşıp bu hakikati herkese öğretmek ve yaşatmaktır..." Yine 13.KASIM 1919'da MALTA'dan kızları SANİHA, HÜRRİYET, TÜRKÂN hanımlara yazdığı bir mektubunda da: "Din de ilim gibi kıymeti yemişinden belli olan bir ağaçtır. Din ağacının da yemişi ahlaktır. Babalarımız, dedelerimiz hep dindarlıkları sayesinde ahlaklı bir hayat yaşamışlardır. Sizin de rehberiniz hem ahlaklı bir din, hem ahlaklı bir ilim olmalıdır..." Şu gönülden çağlayan ifadelerde kimler için dersler yok ki. Ama acı bir gerçeğimiz var, kültür hayatımız sosyolojik bakımdan öylesine soğuma girdabında ki; ne değer üretebiliyoruz, ne değerlerimize sahip çıkıyoruz, ne de hayatımızın gayesi olması gereken değerlerimizi layık oldukları yerlere koyabiliyoruz. Kültürel hayatımızı bu halden kurtarmadan, milli varlığımızı onurlu bir millet olarak devam ettirme gücüne ulaşmamız mümkün değildir. Bin kere ölmüş olması gerekilen bir yerde, komutanım ölmek için emirlerinizi bekliyorum, diyen birini kahraman göstermeye çalışanlar; ÇİĞİL TEPEYİ, söz verdiği zamanda zapt edemediği için kafasına kurşunu sıkan FAZİLET TİMSALİ BİNBAŞIDAN ders almalıdırlar. İşte onlar henüz buz tutmamış Milli Kültürümüzün kahramanlarıydılar. Kahramanlığı bile anlayamayan bizler ise donmaya yüz tutmuş kültürün mahsulleriyiz...
Yorumlar