Bu günlerde Danıştay'ın bir kararı, leyhte-aleyhte çok yoğun olarak tartışılıyor. Yargı kararları tartışılmaz mıdır? Elbette tartışılabilir, ancak, devam etmekte olan bir dâvâ için Anayasa'nın alakalı maddesi gereği, tartışılmaz, dâvaya te'sir, tevcih zımnında leyhte-aleyhte görüş belirtilmez, hatta Teşrî Organında bu dâva ile alâkalı olarak görüş belirtilemez, soru sorulamaz. Danıştay; İdârî davalara bakmak, bakanlar kurulunca gönderilen yasa-tüzük tasarılarıyla imtiyaz sözleşmeleri üzerine düşüncelerini bildirmek gibi vazifelerle mükellef, üyeleri Anayasa Mahkemesince seçilen bağımsız-siyâset üstü-anayasa kuruluşu, Devlet-Aliyye'mizdeki "Şûrây-i Devlet"in karşılığı olan bir yüksek mahkeme... Hükûmetler ve bürokratlar idârede her hangi bir müşkille karşılaştığı vakit hatalı bir işlem yapmamak için bu yüksek hey'ete müracaat eder, istişârî mahiyetteki bu kuruluş da kânunlara, nizamlara, yerleşik içitihadlara bakarak en doğru olanı, kendisine danışan hükûmetlere ve muhtelif kademedeki idarecilere bildirir. Öyleyse, Danıştay kararları niçin bu kadar çok tartışılıyor? Zaman zaman, belli hükûmetlerin tüm tasarrufları muhatapları tarafından Danıştay'a götürülür, istisnâsız, bu kararlar geri çevrilir, bu durumda idarede tüm tasarruftan mes'ul olan hükûmetlerin idarede çalışanlar hakkında hiç bir takdir hakkı kalmaz. Neredeyse Devlet Personel Dâiresi durumuna düşürülen Danıştay da kesif bir şekilde tartışılır. Kuvvetler ayrılığı gereği idarenin tüm tasarrufu idârî yargının-Danıştay'ın- denetimine tâbidir, bu husus hukuk devleti olmanın asgarî gereğidir. Ne var ki, hükûmetler daha hızlı, daha verimli, halkımızın taleplerine daha uygun icraat için, kanunların bir uygulaması gereği, tüzük-statü (şimdilerde yönetmelik deniyor.) çıkarıyor, Danıştay, bu statüyü re'sen ele alabildiği gibi hükûmetçe hazırlanan bu statü ile mağdur oldukları iddiasıyla vâki müracaat ile bu statü-yönetmelik, hukûkî gerekçelerle değil de ideolojik ve zihniyet farkından dolayı iptal edilirse işte o zaman Danıştay kesif bir şekilde tartışılıyor... DANIŞTAY İLE ALÂKALI BAZI HATIRAT!.. 1970'li yılların ikinci yarısı, Türk Siyâsî hayatının belki de en istikrarsız yıllarıdır. Anarşinin kudurduğu, ideolojik çatışmaların had safhaya ulaştığı bu yıllarda, art arda kurulan, aralarında ittifak ve insicam bulunmayan hükûmetler elinde Devletimiz iyice zaafa düşürülmüştü. Kanaatimizce, Devletimiz en fazla tahribata 1973 seçimlerinden sonra zorlukla kurulan C.H.P., M.S.P. koalisyon zamanında uğramıştır. Bu dönemde, 1950'de Aziz Türk Milleti tarafından beyaz bir devrimle iktidardan uzaklaştırılan, -kısa dönem, ihtilal sonrası koalisyonlar istisnâ edilirse- bir daha aslâ iktidar yüzü göremeyen C.H.P., M.S.P.'nin koltuk deyneği olmasıyla iktidar olunca, Merkezî İdare'den başlamak üzere, merkezde-taşrada tüm devlet dâireleri ehil-nâehil, militanlarla doldurulmuştu. Yine bu dönemde kurulan 1. ve 2. M.C. hükûmetleri (açılımı, birinci ve ikinci milliyetçi cephe hükûmetleri) ile, 1979 Kısmî Senato ve Milletvekili ara seçimlerinden sonra kurulan M.S.P., (Kerhen) M.H.P. destekli AP. (Adalet Partisi) azınlık hükûmeti döneminde, devlet terbiyesi-tecrübesi, liyâkat ve ehliyeti bulunmayan bu militanları devletten temizlemek için, devrin hükûmetlerinin neler çektiğine bizzat şâhid olanlardanım. Devrin Başbakanı'na "Ankara'ya Emniyet Müdürü tâyin etmeme imkân vermeyenlerin, benden bütün Türkiye'nin asâyişini te'min etmemi isteme hakları yoktur," dedirten durum neydi? Başbakanlıkta ya da, diğer Bakanlıklarda herhangi birisi, yine işin ehli, ondan daha lâyık birisi getirileceği için, müktesabına uygun bir başka yere nakledilince hemen Danıştay'a gidiyordu, -Zirâ, o yıllarda henüz yerel idâre mahkemeleri yoktu- hiç vakit kaybetmeden, idârenin tâyin ve nakil kararını durduran bir Danıştay Kararı ile idarenin karşısına dikiliyordu. Ankara'da Başbakan Yardımcısı, M.H.P. Genel Başkanı, Merhum Alparslan Türkeş'in odasındayız, Özel Kalem Müdürü, elinde bir sarı zarfla odaya girdi, "Başbuğum, afbuyurun, acil olduğu için rahatsız ettim," dedi ve sarı zarfı Merhum Türkeş'e verip çıktı. Merhum Türkeş zarfı açtı, okudu, kaşları çatılı fenâ halde sinirlenmiş bir vaziyette bizlere döndü, "Çocuklar biz bu adamın tâyin ve nakil emrini bugün saat 9,30 itibâriyle tebliğ ettik, şimdi saat 14,00, pekiyi, bu dama topu topu 4 saat zarfında ne zaman dâvâ açtı, ne zaman mürâfaa yapıldı, ne zaman karar verildi, ne zaman üyeler tarafından imzalandı, ne zaman karşılaştırıldı, ne zaman tasdik edildi ve ne zaman bize tebliğ edildi...?" O yıllarda Ankara'da yaygın söylentilere göre, Danıştay tarafından hazırlanmış ve hemen hemen her davacıya uygun, bir kaç formel karar çoğaltılmış, imzalanmış, tasdiklenmiş, mührü basılmış bir vaziyette ciltler haline getirilmiş, müracaat eden herkese, durumuna uygun bir karar cilt'den koparılıp kendisine verilirmiş, hattâ bu ciltlerden bâzısı, C.H.P. Genel Merkezinde bulunduğundan dâvacıların Danıştay'a bile gitmelerine gerek yokmuş!.. Bu söylentilerin doğruluğunu ne o zaman ve ne de şimdi te'yit etmemiz mümkün değil, ne var ki, bâzı şeylerin şuyu-u, vukuundan beterdir, işte Danıştay bu icraatıyla hep tartışılmıştır. Her kademedeki mahkeme, kararlarını, "Türk Milleti adına karar verme yetkisine hâiz ve sâhip olan, Mahkememiz" diyerek yazar. Madem ki, mahkemeler Millet adına karar verirler, eşhâs hukuku müstesnâ, Milletin kâhir ekseriyyetini alakadar eden hususlarda, milletin manevî değerlerini, temel inançlarını rencide edici kararlar veremezler, verirlerse bu kararları her şartta tartışılır. TARTIŞILAN SON KARAR: Danıştay 2. Dâiresinin verdiği bir karar bu günlerde Danıştay tarihinde görülmediği kadar bir kesâfette, görüntülü-yazılı Basında, siyâsî çevrelerde tartışılıyor, Danıştay'ın muhtelif dairelerinde günde yüzlerce karar istihsal edilmektedir, fakat bu kararlardan tarafların dışında haberdar olanların sayısı kaçtır? Danıştay 2. Dâiresinin bu tartışılan son kararı aslında bir öğretmen hanımla alakalıdır. Ne var ki, ileride Milletimizin kâhir ekseriyyetini yakından alakadar eder mâhiyettedir ki, bu kadar tartışılıyor. Danıştay Başkanlar Genel Kurul kararı olmadığı için her ne kadar "İçtihâdî karar" mahiyeti arzetmese de daire kararları da önem arzeder. Türk Hukukunda, Anayasa başta olmak üzere, hiçbir metinde "Kamusal Alan", diye bir tâbir yoktur, bu "Kamusal Alan" da nereden çıktı kuzum!..