Hayatın şifresini çözebilmekten geçiyorsa yaşamak
Kaldırım taşıdır o vakit tek başına savaşmak…

Dibe vuran yanımızdan öykünüyoruz ha bire. Ha bire cümlenin çarpanını arayıp kuşların kanadına iliştiriyoruz pekiştirdiğimiz algımızı. Ve her algı peşin hükmümüzün şamarı oluyor. Gerçekliğini telakki ettiğimiz kanamaların…
Bir boşluk ki içimde, sabahın alaca topuklarında raks ediyor karışıklığımla. Ve bir cümle tutunuyor dudaklarıma “bu hayat bize bir büyük kayıp”.



Saklanmalıyım aklımın fukara ekseninden. Saklanmalıyım diyorum zamanın hipnotize eden yaygaralığından. Birbirini özleyen iki insan gibi kendimle buluşmalıyım. Ve yeniden yazmalıyım darbelerin zihnimde çürüttüğü sessizliğin rengi mora çalan kahkahalarını.

İhtimaller üzerine konuşmalıyım ve dizginlemeliyim hükmümün sedef başlı yargılarını…

Akrebin yelkovandan alacağı varmışçasına bir koşuşturmadır gidiyorlar ardı ardına. Bense dilimi ısırıyorum dehşete kapılırcasına. Oysa henüz bitirilmemiş romanlarım var. Ve altını çizdiğim yüreğime inme cümleler.

“Katre-i matem ’in” derkenarlarında ip gibi dizilirken hüzün tenime, kavgada düşer gibi tek yumrukla öyle yığılıyordum şirazenin dibine. Ve “iki şehrin Hikâyesi’nde” bekleyişimin kırılgan cümleciklerini yutkunuyordum. Olasılıklar ıskalarken üryan bakışlarımı, ”kayıp gül ’de” başparmağımla susturduğum duruşlarımı yargılıyordum. “Gelecek el değmemiş geçmiştir” cümlesini özümsercesine.

Kargaşa saatlerinin zihnimdeki varoluşuyla cebelleşiyorken, yüreğimin dilime sürüklediği ağır başlı birkaç dizeyle teselli buluyordum…

Uvertür bir zamandan kalma yankılarınla
Ve avazıma nişangâh yanıklarınla
Kullanılmamış cümleler s/ayıkla
Fasıl zamanı kaldırımlarda
Hayat!
Bir çift gözyaşı oldun hep yanaklarımda…

Ey hayat!
Suyu karanlığa akan yüreklerin mısralarını gömdükçe eksenine ne kadar da mutlusun.
Pişti olurken gözlerimin eşittirinde adam asmacalar. Nasılda meşrulaştırıyorsun vurdumduymazlığını. Aymazlığın ardına nasılda yakışıyorsun.

Ah…
Ağzımın yuvasında helallik bekleyen onca kekremsi başkaldırıyla küfretmeyi bir becerebilsem, belki tutarım o zaman gidişlerimin ellerinden ve çekerim inzivaya akıl tutulumlarımı. Belki de sakıncalı cümleler sıralarım avazım şamarladıkça dilimi. Çeşmeler akar ağzımın paslı sözcükleriyle hazan sabahlarına. Nasılsa toprağa döküleceğiz v/akt-i ecel sâlâ buyurunca..

Karışığım, topuklarımda nefeslenirken gün. Dünün hançerinde paslı bir cümle, kıymık batımı gibi sızlanıyor yürek hanemde.” durmuş çarklara sıkışıp kaldı çığlıklarımız.”

Ne bitmez ne tükenmez biçareliktir ki insan dönemez geçmişinden. Tutunur ya hani sıla türkülerine, emsalsiz bir ağrıyla koyun koyuna ihya eder gözyaşlarını kirpiklerinin direnişine engel olurcasına. Öyle işte!
Zihnin fikir cambazıdır zaman aslında. Vadisine her çeşit düşünce peteği döşelidir. Oğul vermez hiçbiri.

Ve ben tüm bu karmaşa saatlerinde
Altın vuruşlarını bekliyorken bir şiirin
Darağacına asıyorum bildiklerimi
Devrik sessizliğimin ayaklanan şaşkınlığıyla
Faili hayat olan cinayetleri seyredip
Fecr-i sâdık vaktinde
Masumiyetiyle yıkanıyorum aksimdeki gerçeğin
Anlıyorum ki
Eşit düzleminde hayatın
Yalnız değilim ben bizimleyim…

Hazal Karadağ Yurdagül