Aniden başladı! 

Günler öncesi yeşil ışık yakan bomba sesleri. Şafak sökmek üzereydi. Hava buz kesiği, şaşkınlık ve ölümün ürpertisi diz boyu. Simsiyah toz bulutu sarmış şehrin dört bir yanını. Bomba sesleri kulakları sağır edercesine tekrarlıyordu kendini.

İnsanın insana zulmü başlamıştı yeniden. Soğuk ve açlık hayatlarının orta yerine girmişti ansızın.

Sırtında iki evlat, geride kalbini lime lime bölen sevgili eşini bırakıp yurdunu terk ediyordu kadınlar.

Kızının elinden tutmuş, bebeği kucağında, gözbebeklerinde eşinin suretinin ağrısı, bir hıçkırık nöbetiyle adım atmaya çabalıyor kadın… Kadınlar… Nefesleri yutaklarında kement… Siren sesleri sağır ediyor adeta kulaklarını.

Bir belirsizliğe yol aldıkça, uzaklığa dönüşüyordu gerçekleri ne var ne yoksa. 

Çok kere izlemiştik bu filmi oysa! Ölümün insan eliyle kutsanmasını yani.

Evet, savaştan bahsediyorum. Vatanı yok savaşın öleni ve de öldüreni var. Toplumsal bir buhrana dönüşür zamanla. Yıkımların, ölümlerin izleriyle dolu geçmiş tarih ve şu an yaşananlar. Savaşın silinmeyen bu izleri barış kavramını yok ediyor elbette.

Yurdunda yetim kalanları, öksüz ağıtları var savaşın. Babalı hayalleri çalınmış çocukları var, dul kadınları, vatansız sığınak arayanları.

Gözlerimizin önünde, bombalanmış yollar, enkaza dönmüş sokaklar, bir dolu anıların saçıldığı virane binalar ve korkuya rehin düşmüş bir dolu endişeli insanlar… 

İnsan denen canavarın akıl oyunlarını sergilediği, doyumsuzluğu soluduğu, vicdansızca düş kurduğu, yüzlerce yıl öncesi yazılmış planların sahnelendiğini yeniden izliyoruz. Savaşın sonunu sadece ölüler görür, der Platon. ve bu  hakikat tokat gibi yüzümüze vurur.

 Günlerdir gözlerimizin önünde yaşanan vahşete tanıklık ediyor olmanın acısı içindeyiz. Işıkları sönük evlerden, bombalanmış yuvalardan sarkan eşyaların geçmiş tarihle uyumu çoğaltıyor acıyı. 

Ölüm kokusu yayılmış her yere. Babalarının ses tonunu, kokusunu belki de suretini unutacak çocuklar büyüyecek. Savaşın yetim ve öksüz bıraktığı çocuklar bir zaman sonra “barış ve kardeşlik” oyunuyla avutulacaklar ah ki… Çocukların, en temel psikolojik ihtiyaçlarından biri olan “güven duyma/ güvende hissetme” duygusunun yerini, korku endişe ve psikolojik travmalar alacağı aşikâr.

Bahman Ghobadi’nin Kaplumbağalar da Uçar adlı filmindeki çocuk karakterlerden biri, diğerine film boyunca savaşın bitmesine kaç gün kaldığını sorar. O son hiç gelmez maalesef.

Daha barışçıl bir dünya için Elele vermeliyiz diyen devlet büyüklerinin, akıl almaz planları ve oyunları insan olma erdemini hiçliyor adeta. Çıkar uğruna yaşanmış birçok savaş sivillerden çok şey götürmüştür. Ülkeler için değerli olmayan bir kişinin aslında bir bireyin eşi, oğlu, aile bireyi olabileceğini ve insanın uğrayacağı yıkımı kimse düşünmez. 

 İnsan zalimdir!

Yıllarca Filistin topraklarında elhap oynayan çocuklara ( elhap; sus oyunu) kadın, erkek,  insana yapılan zulme isyan ederken yüreğimiz, Çin’de Uygur Türklerine uygulanan vahşete tanıklık ettik susarak. Çıkarları uğruna Suriye topraklarında yaşanan zulüm 11 yıldır hala sürmekte, Irak’ta hala akıl oyunları, komplo teorileriyle el ele devam etmekte. Dünya denen cehennem görmezden geldi hep ne yazık ki.

Savaşların çıkış nedeni her ne olursa olsun, haklı ya da haksız gözetmeksizin, sonucu hep yıkım, ölüm, hüsran ve acı olmuştur.

Hayalleri, hayatları yok olan bir dolu insan. Elbette ki soğuk savaşın en büyük mağdurları masum çocuklardır. İsimleri farklı, hikâyeleri aynı. Dili, dini, rengi ırkı, yok acının. Siyahı, beyazı, sarışını, renkli gözlüsü yok!

Dileğim; tüm çocukların çocukça yaşayacağı, oyunlar oynayacağı bir hataı olsun. Silahlar ebedi sussun.

“Hangi çocuksu beden bilebilir ki

Namlunun ucundaki kurşunun minik yüreğini delip geçebileceğini?”