Kapı aralığında göz göze geldi. Uzun uzun baktı karagözl’ü çocuk adama. “biliyorum geciktim” dedi fısıltıyla. Beyninde ki kalabalıkla eşiği geçti. Kapıyı kilitlerken “anne” diyen ses her zaman ki gibi bir hançer gibi saplandı kalbine. Kapıyı açtı ve “geliyorum pamuğum” dedi ve ekledi “ en fazla bir saat sürer ayrılığımız” Acı bir tebessümle yola koyuldu.

Yol boyunca güz yaprakları döktü kadın kirpiklerinden. Boğazına oturdu bir yumruk gibi silik fotoğraflar. Ağzını bıçak açmıyor, fakat kimsenin kimseyi anlamadığı bu âlemde, çığlıklar atan milyonlarca ses ç’ağlıyordu içinde. 

Ağızsız dilsiz suskunluklar edinmişti. Her adım canına köz olup yapışıyordu. Hava soğuk, kışın puslu ve kasvetli rüzgârı tenini ısırıyordu. Ama o her gün aynı saatte ziyaret etmeliydi yavrusunu. Yanında olduğunu, onu terk etmediğini söylemeliydi konuşamasa da kuzusu. Ellerine uzanmalı öpmeliydi alnından. “Ben geldim KIVANÇ, ben geldim”  demeliydi sahip olduğu biricik evladına. Uzun uzun seyredip, upuzun cümleler kuracaktı her zaman ki gibi.

Saçları kar’dan daha beyazdı. Yüzünde keder düğünü, uykusuzluk sabitlenmişti gözlerinin zifiri rengine. Gözyaşının bütün harfleri tastamamdı o mahzun suretinde. Merhamet ve şefkatle dokunup durdu yol boyunca satıcı çocuklara. 

Gerçeğine yetişmeliydi her gün aynı saatte AYŞE anne. Küçücük ömründe parçalı bulutlu kederler soluklanmıştı. Simsiyah üzgün gözlerinde yol boyunca karşılaştığı çocuklara sarılıp ceplerine harçlık koyup sıkı sıkı tembih ediyordu “ aman yavrum eve gidin üşümeyin n’olur”

İç sesi “ah “ diyordu “ah geciktim yavrum az kaldı” 

Aklı ayakkabısız çocukta kalsa da, bir an önce varmalıydı bekleyenine, ömrünün yegâne cennetine, sırtında taşıdığı çaresizliğe. Gökyüzü yavaş yavaş karamak üzereydi.

Neler neler geçmiyordu ki zihninden. İyimser kalbi acıyla hemhal idi.

Nihayet vardı yavrusunun yanına. Oturdu başucuna okşadı başını öptü adını. Yeryüzü çırpınıyordu sanki kirpiklerinde. Damla damla dökülüyordu AYŞE anne. Ayakları yerçekiminden kurtulmuş gibi olurdu Kıvancının yanına her vardığında. Onunla ilgili hayallerini anlatacak, ağlamaklı birkaç tebessümle susacaktı sonra.

Bir sigara yaktı, içine derince çekti. Gökyüzüne kafasını çevirdi ve üfledi. Yalnızlığını üflerken yankı buldu gökyüzünden AYŞE anne kar hükmünce.

“Darağacı tüm evren sanki” dedi sessizce.

Öyle ya, Ateşe düşmeden demini almazmış insan!

Çayımda, çorbamda, gündüz hayalimde, gece düşümdesin. Bak yedek anahtar kapıda, gömleğin askıda, diş fırçası koyduğun yerde ama neden KIVANÇ neden yüzün resimlerde kaldı. Sitemli sitemsiz toprağı incinmesin diye sustu aniden.

Ciğerlerini yakan anneliği salkım salkım gözyaşına dönüşmüştü adeta.

Kıvancın başucunda iki kardelen boy vermişti birkaç gün önce. Başını kardelenlere çevirdiğinde gördü ki bir arı iki kardelenin polenlerini hazmediyordu. Kalakaldı bir an. 

“Allahlım kiminin acısını kimine bal eylersin”dedi.

Her gözünü kapayan uyumadığı gibi, her veda edip giden de gitmiş sayılmaz oğul.

Gülüşünde yarım kalır, gözyaşında buğulanır. Ne kadar yaşayacağını bilmediğin ömrüne nefes olur yarım kalır. Hayallerle umutlarım onlar hep yarım kalır ah…

Olur, olmaz zamanlarda derin nefes alanların bir yerlerde yarım kalmış nefesleri vardır. İşte ben de öyleyim sen benim nefesimin kalan yanıydın.

Yaşamak ağrısı hayat, dokunduğun kadar değil, dokunduğu kadar yaşamayı öğretiyor insana anladım. Gövdem bir hapishaneden ibaret bilesin. Parmaklıklarımsın evlat!

Ateşin söndüremediği suyum say beni.

Yazgısından öptü alnını, adını. Buz kesti dudakları mezar taşının soğukluğundan. Her şey soğuyordu. Zaman, yer, gök, gece, gündüz. Soğumayan tek şey yüreğinde ki yangındı.

İstemeyerek te olsa ayrılmalıydı, yalnızlık geceye doğuyordu. Yarın gelirim annem dedi. Adımladı mezarlığın o ıssız sokağını.

Sokak başında ayakkabısız çocuğa denk geldi. İçi titredi elinden tuttu bir çift ayakkabı almak için mağazaya yöneldi. “İstediğini beğen” dedi çocuğa. Gözlerinde ki sevinç ıslığa dönüşmüştü çocuğun dudaklarında. Teşekkür edecekken “sakın” dedi AYŞE anne “çıkarma ayakkabılarını bir daha”  zira birkaç gün önce yine aynı şeyleri yaşamışlardı. Kıyamamıştı yine. 

Benim kaybolan umutlarım senin yüzünde çiçek açsın evlat dedi çocuğa.

Eve vardığında ANNE diye bağıran sesi duydu yeniden. Açtı kapıyı paşam dedi usulca ben geldim. ANNE diyen evlat kanatlansa da gökyüzüne, AYŞE  anneye kulağı duymayan ANNEEE  diye bağırarak seslenen bir kedi vermişti Yaradan.

“Gözlerinin derinliğinde yosun tutsa da gözyaşlarım

Bir tek seni sevdim gerisi yalan

Kollarında vuslata eriştiğim gün

Yeniden can bulacağım cennetinde kuzum 

Toprak incitmesin seni kıvancım!”(yazıyı AYŞE annenin dizeleriyle bitirmek boynumun borcu oldu)

AYŞE ANNE DERİN KEDERİMİN İTİRAFIDIR.

Yaşanmış hayat hikâyesi.