İçimde onlarca vedalar konuşması. Tuhaf bir hüzzam tüm içtenliğiyle sığınmış algılarıma. Nereye baksam bir keder yumrusu diziliyor yutağıma. Oysa çocuklara minik hediyeler dağıtmanın o muazzam heyecanını, mutluluğunu yaşıyordum. Ne oldu da boşluğa asılı kaldı gözlerim. Ne oldu da yarım kaldı tebessümlerim. 

Aaah öyle ya;  Daha bir kaç gün önce bayramlığını vermek için evlerine giden arkadaşlarım evde kimseyi bulamayınca 4 yaşında ki onkoloji hastası evladımızın annesini aradılar. “Neredesiniz kızınızın bayramlıklarını getirdik” dediler sevinç dolu bir sesle. Telefonda kulakları sağır edecek bir feryat duyuldu  “yavrumu kaybettim toprağa veriyorum.  Artık ne bayramlık giyebilecek ne de anne diyebilecek” Bu çaresizlik karşısında kalakaldık.  Ne yapacağını bilemeyen  şaşkınlıkla  gözlerimizden döküldü durdu yaşlar. Evet, işte bu kadardı hayat dediğimiz şey. Bir varmış bir yokmuşla başlayan hengâmenin adıydı yaşamak.

Birkaç gün sonra ramazan bayramı. 

-Memleketim dâhil ülkemin birçok yerinde ilk bayram âdeti vardı bir zamanlar. Yakınını kaybeden aile, takip eden ilk bayramda yalnız bırakılmaz bayram taziyesi ziyaretine gidilirdi. Bu önemli notu buraya iliştirdim ki unutmayın acısı olanı-

Güzel bir bayram yazısı yazmak niyetindeydim oysa!

Sabah olur olmaz çocukların bayramlık heyecanından bahsedip, babalarının namazdan eve dönüş saatlerinde ki sevinci anlatacaktım.  Bir kaç anı sızdıracaktım belki de kendimce geçmiş özlemlerimden. Dalıp gidecektim uzun uzun bayram sabahlarına çocukluğumun. Annemin telaşlı sesi kahvaltı hazırlarken bir yandan bizi koordine etmesi, öte yandan geceden ütülenip başucumuza konan bayramlıkları giyinme heyecanı ve babamın bayram namazından eve dönüşünü beklemenin o muazzam hazzı. 

Müstakil evimizin duvarlarında bayram telaşı yankılanırdı. Kocaman avlusu vardı. Hayat denirdi eskiden şimdi bahçe dense de evin alanına. Zira hayat verirdi her bir ağacı toprağında açan her bir çiçeği. Babam hayattan içeri girer girmez nefes alışından duyardım resmen. İçeri girip selam verirdi evvela. Bir telaş alır basını giderdi. Kahvaltı öncesi babamın elini ilk annem öper yanına geçerdi. Abim babamın elini öper harçlığını alır annemin elini öper oda sıraya geçer derken beş kardeş büyükten küçüğe sıralanırdık böylece . Harçlıklar alınır  musmutlu bayram kahvaltısında geçilirdi.  

Arada babam iltifatlar ederdi “Prenseslerim ne güzelsiniz” diye, ufaktan şımarırdık dört kız kardeş. Arkadaşlarım bayram şekeri toplardı. Çok istememe rağmen annemden dünyanın lafını işitirdim gidemezdim haliyle. Gelen misafirlere çikolata tutma görevini ben kapmıştım. Arada harçlık veren çıkıyordu zira. Eve gelen çocuklara şeker ikramı da benim görevimdi annem kaytarmayayım,  arkadaşlarımla gözden kaybolmayayım diye angarya isler  yüklüyordu  ha bire. 

“Gelen misafirleri say kaç kişi ona göre kahve, baklava hazırlanacak” derdi mesela. Çocuk aklı işte içeri pat diye girip parmağımla, o piti piti der gibi bir iki üç dört derken babamın keskin bakışlarıyla karşılaşır hatamı fark eder sessizce içimden sayardım  sonrasında. Misafirlerin gitmesini bekler babama derdimi anlatırdım.  Arkadaşlarımla gezmek, oynamak benimde hakkımdı ama. Zaten çok yorulmuştum. Misafirlere çocuklara şeker tut  geleni say vs. Ah ah…

Babamdan izin çıkardı  hemen. Annem onaylamasa da babama bir şey diyemez gözleriyle beni döverdi adeta. İlk iş bakkal İsmail’e gidip top almak olurdu. İstop oyununu çok severdim. Fakat etek giymekten nefret eden bir kız çocuğu olarak, annemin  “cici kız”  olma fikri zalimce gelirdi her defasında. Akşama doğru şeker ve çikolata yemekten mide fesadı geçirirdim mütemadiyen.

Bir kız çocuğuna göre yaramaz sayılırdım. Çirkin ve çelimsiz oluşumda cabası. Çok umurumda değildi hani. Çocuktum ve sorumluluğum yoktu en nihayetinde. Ayaklarım patlayana kadar sek sek oynamalıydım. İstop, saklambaç, çamurdan tabak, çanak yapıp birkaç kurbağayı elime alıp “öpsem mi sen bay kurbağa” demeliydim bu benim tekerrürümdü zira. 

Şimdi içimde,  bir dolu anı  ve bir dolu vedalar konuşması...

Hangisine sarılsam ellerim boşlukta kalakalıyorum. Sayıklıyorum işte dili geçmiş zamanı. Zaman mı eskiyor büyük bir hızla, biz mi anlamlandıramıyoruz olan biteni?

Yazsam bir türlü kıyamet, yazmasam başka. 

Mutlu bayramlar diliyorum efendim, güzel anılar biriktirin lütfen. Çocuklarla çocuk olun mesela. Ve de  acısı taze olanları ilk bayramında yalnız bırakmayın. 

Büyüklerin anılarına hürmet eder, küçüklerin ellerinden öperim tüm içtenliğimle…

Not; Mesajla rengârenk bayram şekeri gönderip kutlama yapmayın lütfen. Değerlerimiz son sürat tükeniyor farkında değil misiniz? Arayın, konuşun, dokunun, bir yetimin başını okşayın, bir çocuğu gözlerinde ki ışıltıdan öpün, büyüklerimizin anılarını dinleyin. Uzun değil yaşamak dediğimiz şey. Arkada hoş seda bırakıyorsanız ne ala.

 Bayramınız bayram ola.