Bir taraftan dünyanın en gelişmiş 20 ülkesinin temsil edildiği G-20’ler toplantısı yapılırken Avrupa-Afrika menşeli sıkıntılı gelişmeler birbirini takip edip gidiyor. Bilhassa adı yanlış konulan “Arap Baharı” konusundaki gelişmelerin hiçte beklenilen, ümit edilen zeminde şekillenmemesi acı bir seyir izlerken Avrupa’daki ekonomik temelli sarsıntının da bitecek gibi göründüğü söylenemez… Yazıma başlarken hangisi daha önemli veya hangi konuya öncelik versem daha doğru olur diye tereddüt geçirdiğimi itiraf etmeliyim. Fakat Mısır’daki olayların daha bir süre yerine oturmayacağı ve komşumuz olması yanında, bakış dünyamızın Batıya yönelen yapısı itibariyle Yunanistan’daki son seçimlerin, bağlı olarak AB üzerindeki yansımasının biraz daha önemli olduğuna kara verdim.
Üstelik Yunanistan, sadece kendisi olmanın ötesinde AB’ni sarsacak bir konumdadır. Tabiatıyla sorulması, sorgulanması gereken noktalardan biri, hiç şüphesiz, Yunanistan’ı bu durumlara düşürenlerin sadece Yunan halkı ve idarecilerinin olup olmadığıdır! Asırlardır, Batı medeniyetinin menşeini bağlamak istedikleri eski Anadolu medeniyetinin, bugün Yunanistan coğrafyasında yaşayan halkın atalarından doğmuş olduğu zehabı ve palavrasıyla şımartılan bugünün Yunan halkı, AB bünyesinde başkalarının hizmetlerinden nemalanarak yükselttikleri hayat seviyeleriyle yaşamayı âdeta bir hak gibi kabul etmişlerdir. Bundan hiçte fedakârlık etmek istemediklerini ise çeşitli vesilelerle göstermektedirler. Dünyanın kendi mihverleri etrafında döndüğü hayaliyle yetiştirilen Yunanlılar, şişirilmiş sahte ekonomik tabloları, bünyesinde bulundukları Avrupa Birliğe sunmakta beis görmezken siestalarının görkemi içinde keyif çatmaya devam etmiş ve bunun ilelebet devam edeceğini sanmışlardır. Devran aleyhlerine dönünce, bu defa, bir anlamda “eh bu zamana kadar kaprisime katlandınız, şimdi de kahrımı çekmek mecburiyetindesiniz” diyerek AB’ne böbürlenmeğe devam etmişler, ancak bu süreçte ortaya çıkan genel ekonomik kriz Birliğin tahammülünü zorlamıştır.
Buna durumda, Birliğin başına gelmiş felâketi daha da büyütmemek için, lider ülkeler, mecbur kaldıkları hâmiliklerinden kaçınamayarak Yunanistan’ın borcunu azaltacak ama bazı şartlar ileri sürmek ihtiyacını duyacaklardır. Şartlara bağlanmış borç silme ile borç ödeme uygulamasının bir plâna ve bazı fedakârlık talepleriyle irtibatlandırılması ise Yunanistan halkı üzerinde tepkiye sebep olacak ve yansımasını, Mayıs ayı seçimlerinde, gelişmelerin müsebbibi görülen partilere fatura edilerek gösterecekti. Bu bir anlamda Yunan halkının “diklenme” anlayışıydı. Fakat halkın durumu, o sıralarda, hâlâ tam anlamıyla idrak edemediğini göstermekteydi. Bu bir taraftan AB, diğer taraftan Euro ve nihayet, büyüklerin çıkarlarının ağırlığı inkâr edilemezse de, Birlik hayalinin yıkılması anlamını taşıyabilirdi! Mayıs seçimleri sonrasında hesap sorma ve uçlardan medet umma netice vermeyecek, Yunanistan’da Mayıs ayında hükümet kurulamayacaktı. Yunan halkının bu noktadaki şansı ise, hiç değilse Anayasalarındaki bir hükümdü. Böylece, belli bir sürede hükümet kurulamadığından, yeni seçimlere gidiliyordu…
Neticede, geçen hafta sonunda yapılan seçimlerde Yunan halkının bir bölümünün bir şeylerden ders çıkardığı düşünülebilir. Zira bu defa, Euro’dan çıkma taraftarı SİRİZA partisini, %27 oyla birinci parti yapmıyorlardı! Aksine daha önce müsebbiplerden biri olarak gördükleri YDP’ne ise %30 oy vererek birinci parti yapıyor ve ayrıca hükümet kurulması şansını da arttırıyorlardı. Ancak bu, her şeyi çözebilecek istikrarı getirebilecek midir? Şurası muhakkaktır ki Yunanistan’ın bir süre daha Euro bölgesinde kalması şansı doğmuştur. Amma buna, bence, şimdilik demek daha doğrudur! Zira, SİRİZA birinci parti olamamışsa da parlamentoya giren veya giremeyen uç partilere verilmiş oylar toplandığında Euro karşıtı yapının neredeyse %50’lerde olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu ise, AB’nin, Yunanistan’ı belki daha doğru bir ifade ile önce Euro’yu, sonra da AB’ni kurtarmak amacıyla yaptığı borçlardan tenzilat gibi fedakârlığa rağmen Yunan halkının önemli bir kısmının, bunu idrak edemediği demeyelim ama anlamak istemediğinin açık delilidir. Yani! Hükümet kurulabilir. Hatta AB’nin, başta Almanya’nın, -Alman halkının ne zaman “eee artık yeter” noktasına geleceği kestirilemez ama,- biraz daha taviz vererek Euro’yu kurtarmaya gayret edecekleri düşünülebilir. Fakat ne olursa olsun Yunanistan’da dibe vurmuş Euro mecrasında İtalya gibi, İspanya gibi yeni müşteriler kapıda beklemektedirler. Bu seyrin sonucunun nerelere varacağını kestirmekse, sanırım çokta zor olmasa gerekir! Biraz daha irdelenirse, AB içindeki ekonomik göstergelerin yansımasının nihayet Alman ekonomisi üzerinde, giderek, durağana dönüştürdüğü gözlenmektedir…
Son seçimler, Yunan halkının hâlâ kendi gölgesinden müstefit ama, iki arada bir derede, ikilemde olduğunu da göstermektedir. Hükümet kurulduktan sonra AB’den yeni tavizler koparmağa gayret edecek olsa da, ister istemez, AB’nin koyduğu kurallara inkıyat edecektir. Fakat Birliğin taviz vermeyeceği hususlar arasında başta özelleştirme konusu, halkın kemer sıkmak mecburiyeti gibi noktalar bulunmağa devam edecektir. İşte bu noktada, parlamentoda yer almış olan ideoloji partilerinin, -ki Komünistlerin 12, Altın Şafak partisinin 18, Bağımsız Yunanlılar Partisinin 20 milletvekili Meclise girmiştir ve bu partilerin oylarının toplamı %18,5 dur-, bağlı olarak kumanda zincirlerinin iyi işlediği sendikaların, gençlik örgütlerinin aynı yöndeki tahrikleriyle halkın sokağa yeniden dökülmeyeceğini kimse söyleyemez. Bunun anlamı, sanırız, önce Yunanistan’ın içine sürükleneceği kargaşa ve AB’nin sıkıntısına yeni sıkıntılardır. Gelişmeler neticede önce Yunanistan’ı sonra Euro’yu ve nihayet AB’ni kurtaracak mıdır?
Önce Yunanistan… Eğer Yunan halkı kafayı değiştirmez, dünyanın kendi mihverleri etrafında döndüğü, bu yüzden bütün şımarıklıklarının başkalarınca hoş görülmek mecburiyetinde olduğu ve de AB’nin Yunanistan’daki yükü, Yunan halkı fedakârlık yapmadan, sırtlanmak mecburiyetinde olduğu düşüncesini değiştirmez, hükümete yardımcı olmazlarsa, zor!
Euro’ya gelince. Daha önce de dile getirdiğimiz gibi, burada ilk nokta Alman ve Fransız halklarının, -ki burada daha ziyade Alman halkından söz etmek doğrudur-, Euro’yu kurtarmak oyununa daha ne kadar tahammül gösterecekleridir. Yanında, belki ondan da daha önemlisi, Euro bölgesinde birikmiş büyük bir borç yükünün bulunmakta oluşudur. Ki Almanya’da, bu borç yükünden tamamen istisna tutulamaz. Üstelik Alman ekonomisi, büyük çapta bir ihracat ekonomisidir ve ihracatının %42’lik kısmını AB ülkelerine yapmaktadır. Yunanistan’dan sonra İtalya, İspanya ve Portekiz gibi ağırlıklı ekonomik yapıların sarsıntısının Alman ekonomisine tesir etmeyeceği herhalde düşünülemez! Bu durumsa, kurtarma operasyonunun önderi Almanya’yı herhalde bir zaman sonra artan bir şekilde rahatsız edecektir... Böylece halen Almanya’nın sırtında bulunan Euro’nun kurtarılması yükü, bu ülke için de, belli bir süre sonra taşınmaz hale gelebilir! O halde ne yapılması gerekiyor?
Kanaatim o dur ki, eğer su alan gemide erken zamanda vahametinin farkına varılarak bir taraftan safralar atılmağa başlanmaz ve geminin rotası kıyıya çevrilmezse, batma kaçınılmazdır. Tıpkı Euro’da olduğu gibi… Euro su almağa başlamıştır. Safralarsa bellidir. Eğer AB boş bir inatla safraları atmaktan kaçınır veya zaman kaybederse, görülen o ki Euro’nun yeniden değerli bir para birimi haline gelmesi boş bir hayale dönüşebilir!
AB mi? Onu da Rufailere bırakmak istiyorum…