- "19 Kasım 1912. Şimdi bütün ümitlerimden en muazzez nasibi almış bulunuyorum!.. 7 esir subayı tabancamla birer birer alnından vurdum! Birisi Jön Türklerdendi. Onu Selanik’ten tanıyordum. Altısını işkencesiz öldürdüm. Fakat bu hayvan herifi aç susuz bıraktım, bir kolundan ve bir gözünden mahrum ettim. Nihayet dün ayaklarını testere ile biçtirirken geberdi! 39 neferi de bataklığa attırdım! Yarabbi, bunların boğulurken kurtulmak için uğraşması ne kadar eğlendirici! Biri su yutunca yalvarmaya başlayıp, 'Allah!.. Allah!' boğuk sedasıyla beraber ağzından çamur fışkırıyordu!"

- "28 Kasım 1912. Dün bir kurmay yüzbaşı ile 170 asker esir oldu. Askerleri yok etmek güç değil! Fakat ben en ziyade münevver dimağları (aydın beyinleri) söndürmek istiyorum. Ondan sonra Türkiye kendi kendine ortadan kalkar! Onun ortadan kalkmasından Bizans doğar!"

- "Tanınmış, gayet cesur, kahraman ve namuslu bir Türk subayı varmış. Demek ki mutlaka gebertilecek bir domuz idi! Gece odasına gittim. Gafil avlayarak bir kurşunla kafasını dağıttım. Muhabirlere, konsolosa 'maalesef namuslu subayın intihar ettiği' haberini verdim!"

- "30 Kasım 1912. Allah'ım, ne kadar bahtiyarım! Şimdi Bizans tarihini, Fatih'in torunlarından akan bir kan deryası ile yıkayarak Dömeke'nin acısını çıkardık!"

- "Uyan ey kahraman ecdat! Uyan 11. konsantinin taht ve tacını süvarilerine çiğneten Fatih'in ölü askerleri, bak, çekirgeler gibi tarlalara serilmiş! Subay ölüleri yüzüstü kapanarak mağlubiyetlerini itiraf ediyorlar! Osmanlı Sancağı Kızılhaç hastanelerinin kapı eşiğine (paspas olarak) serilmiş, giden gelen ayaklarını siliyor! Atımın altında taş yerine kesilmiş kafalar, toprak yerine yumuşak cenazeler yatıyor!"

- "Şanlı Elen orduları ayak bastıkları köylerde Türk hurafesinin bütün zincirlerini kırıyor, onları Yunanlaştırıyorlar! Onlara Hıristiyanlığı kabul ettiriyor! Çocuklar, kadınlar süngülerimizin parıltısını görür görmez derhal haçı öperek Hıristiyan oluyorlar! (Hıristiyanlığı kabul etmeyen) mutaassıp domuz Türklerin kafalarını kasaturalarla vücutlarından ayırıyoruz! Vardığımız köylerde minareler, mabetler, mescitler dinamitlerle uçuruluyor! Ben, Türk namına elime geçenleri öldürmeyi, bir medeniyet borcu addediyorum. Türklere merhamet etmek, onları hasretli oldukları cennete göndermektir!"

- "8 Aralık 1912. Türklerin imhası için hâlâ Tarabya'da köşkü olan doktor İstafano, gayet tedbirli ve mahirane projeler hazırlıyor. Şişelerle dizanteri, tifo mikrop kültürlerini bakkallara dağıttı. Müslüman Türklerin satın aldıkları şeylere hemen bir-iki damla katılıyor. Evler gizlice gözetleniyor. Hastalık alâmeti baş gösterir göstermez, resmî surette o mahalleyi kordon altına alıyoruz. Artık oraya ne ecnebi muhabirleri, ne de konsoloslar girebiliyor! Kuvvetli zehirleri ilâç diye hastalara tutuşturuyoruz. Sancılana sancılana, kıvrana kıvrana telef oluyorlar! Hastalığa yakalanmayanlara (sözde korunma için) verdiğimiz haplar da bu kuvvetli bünyeli Türkleri öldürüyor." Sürecek