Her milletin kendine mahsus gelenekleri, kendine mahsus adetleri, kendine göre milli hususiyetleri vardır. Hiçbir millet aynen diğer bir milletin taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir millet ne taklit ettiği milletin aynı olabilir, ne kendi milliyeti içinde kalabilir.-Gazi Mustafa Kemâl Atatürk- (1923)  

 

           Batılı ülkeler, bu yaptıklarında haklıdır. Ve mantıkî gerekçeleri vardır. Çünkü onlar milli hedeflerini; "Ben en iyi olmalıyım. Ben her şeyi  önce bulmalıyım. Benim dünya hakimiyetim ancak bilim ve teknolojideki gücüm ile orantılı olarak gerçekleşir veya sekteye uğrar. Bu bakımdan dünyanın en iyi beyinleri benim olmalıdır." şeklinde tespit etmişlerdir.  

        Ayrıca, "Ben bu beyinleri alamasam dahi, nerede kimler var ve ne yapıyorlar. Bunları bilmeliyim." demektedirler. Ve bunun sağlanması için uzun vadeli planlar hazırlamakta, stratejiler uygulamaktadırlar.  İyileri bu şekilde kontrol altına aldıktan sonra geriye kalanların yapacakları bilimsel çalışmaların daima kendi gerisinde kalacağını bilmekte ve buna göre rahat hareket etmektedir.  

     Gerçek olan bir şey var. O' da ABD'nin insan göçü ile ilgili politikaları başarı ile yürütmesidir. Bilindiği gibi  ABD tarihi aslında bir göçler tarihidir.  

            Kuruluş yıllarında gözü pek, cesur  ve maceraperest  Avrupalıların göçü ile ülke Kızılderili sakinlerinden tamamen temizlenmiştir. Amerika Kıtası  bir uçtan bir uca keşfedilmiş ve yerleşime açılmıştır.  

        Daha sonra ikinci büyük göç dalgası Afrika'dan alınmıştır. Tarlalarda çalışacak ve ağır hizmetlerde kullanılacak güçlü-kuvvetli siyahi Afrikalılar zorla getirilmiştir. Bundan sonraki en son ve büyük göç dalgasında Nazi Almanya'sının bilim adamlarının ve aydınlarının topluca gelişlerine şahit olunmuştur.  

Bugün artık ABD yönetimi için sırada ulaşılması gereken tek bir hedef vardır. O'da ABD merkezli yeni bir Dünya İmparatorluğunun kurulmasıdır. Bunun için BİLGİ ÇAĞI olan Milenyum' un gereklerini yerine getirebilecek üstün beyinlere ihtiyacı vardır. Bu maksatla geri bıraktırılmış ülkelerin en iyi beyinlerinin toplanması operasyonu yürürlüğe sokulmuştur. Ülkemizde aralarında olmak üzere Avrupalı, Güney Amerikalı, Hintli, Pakistanlı, Çinli beyinler titizlikle seçilerek ABD'ne götürülmektedir.  

       Bugün Amerikan Üniversitelerinin yarısından çoğu sadece Araştırma Merkezi halinde çalışmaktadır. Ve bu Üniversitelerinin en üst düzey projelerinin başında dışarıdan ithal edilip Amerikanlaştırılmış beyinler bulunmaktadır.  

        Gelişmiş ülkelerin gelişmişliklerini devam ettirmek ve dünya üzerinde kurmak istedikleri global kontrol mekanizmalarını sağlama almak için dünyadaki yetişmiş insan beyinlerini transfer etmelerinin kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunu görüyoruz. Bu maksatla, her türlü çareye başvurarak dünyada çok az bulunan iyi yetişmiş beyinli insanları toplayarak ülkelerine götürdüklerini de biliyoruz.  

        Türkiye'nin beyin göçü pazarında önemli bir yeri vardır. Şimdi üzerinde durmak istediğim konu bu beyin göçünün tersine döndürülmesidir. Yani Türkiye mevcut potansiyeli ile göç veren değil, alan ülke durumuna gelecektir. Bunun dört  yönü vardır.  

        Birincisi, göç olayının durdurulmasıdır. İkincisi, ülkemizde yeterli istihdam imkanlarının yaratılarak gidenlerin geri getirilmesidir. Üçüncüsü, Türkiye'nin dünyadaki yetişmiş beyinlerin ilgisini çekecek hale getirilmesidir.  Ve dördüncüsü de Türkiye'ye iyi yetişmiş beyinlerin göçünün sağlanmasıdır.  

        Kanaatime göre bunları sağlamak mümkündür. 21 inci yüzyılın yönetilen değil, yöneten ülkesi olmak istiyorsak, gerekli yetişmiş kadrolara sahip olmadan bunu başarmamız hayâldir.  

        Aslında Türkiye Cumhuriyeti kısa geçmişine rağmen iki kere beyin göçü almıştır. Atatürk Döneminde Nazi rejiminden kaçarak Türkiye'ye sığınan seçkin Alman Bilim adamları Türk Üniversitelerinin bilimsel faaliyetlerine büyük heyecan katmış, hız kazandırmıştır. Bu kişiler bir çok yeni kürsünün kurulmasını ve dinamik bir bilim atmosferinin oluşmasını sağlamışlardır. Bilimin önemini kavramış olan Gazi Mustafa Kemâl Atatürk gelen yabancı bilim adamlarına her türlü desteği sağlamıştır.  

        İkinci süreç de 1990 yılında eski Sovyetler Birliğinin dağılmasını müteakip Varşova Paktı ülkelerinden yoksulluk sınırında maaş alan bilim adamlarının ülkemize gelmesi ile başlamıştır. Azeri bilim adamları bunlar içinde sayıca çoğunluktadır. Sovyetler döneminde başta temel bilimler (matematik, fizik, kimya ve elektronik) alanında iyi yetişmiş 300 kadar Azeri bilim adamının sağladığı önemli katkılar vardır. Ne yazık ki  yöneticilerimiz bu son büyük göç imkanını tam olarak anlayamamışlar ve gereken ilgiyi göstermemişlerdir. Sonunda devamının gelmesi kaçınılmaz olan bu önemli beyin göçü tamamen durmuştur.  

        Gelen beyinlere sahip çıkmak bir yana, genç ve dinamik bir nüfus çoğunluğuna sahip olan ülkemiz maalesef elindeki son derece değerli yetişmiş beyinlerini adeta kendi kaderlerine terk ederek dışarıya kaçmalarına ortam hazırlamaktadır.  

        Eğitim bürokratlarımız ve Üniversite yönetimlerimiz bu konuda tedbir alacakları yerde gençlerimizin yurtdışına gidişlerini teşvik etmektedir. Çeşitli burs imkanları ayarlanmakta ve ne kadar çok yurtdışına öğrenci gönderildiği anlatılarak okulların reklamının yapıldığı sanılmaktadır. Sonrada büyük marifet yapmışlar gibi bununla övünülmektedir.  

         

 

DEVAM EDECEK