Yeni Türkiye'nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfi olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacıyla mütenasip olacaktır. Artık yeni Türkiye'nin devlet siyaseti, milli sınırları dâhilinde egemenliğine dayanarak bağımsız yaşamaktır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk (1923)

Gazze Şeridinde Hamas örgütünün İsrail yerleşim birimlerine yaptığı füze saldırılarını müteakip İsrail’in 7 Ekim 2023 tarihinde başlattığı karşı saldırılar durmaksızın devam ediyor.

O tarihten itibaren tüm dünyanın gözü önünde 21’inci asrın en büyük insanlık dramı yaşanıyor. Şehirler ağır bombardıman altında yakılıp yıkılıyor. İnsanlar vahşice öldürülüyor. İlk günden itibaren bombalar altında ölen çocuk ve kadınların sayısı başlıca haber olurken şimdi bu haberler duyulmaz oldu. Oysa savaş tüm hızıyla devam ediyor. Bir bakıma Gazze’de kıyamet kopuyor. Yıkımlar ve ölümler artıyor ama dünyanın bölgeye ilgisi giderek azalıyor. İsrail ise arkasına aldığı ABD ve AB’nin desteğine dayanarak vurdukça vuruyor.

Gazze haberleri Türkiyede de gündemden düştü. Şimdi seçim zamanı. Ülke tam bir seçim havasına girdi. 31 Martta yapılacak seçimlerle ilgili gelişmeler medyanın ana haberi oluyor. Partilerin şarkılı-türkülü reklamları henüz başlamadı, meydanlar ve caddeler afişlerle donatılmadı, ama rakipler arası çekişme gündemi dolduruyor. Yani bizde de Gazze ateşi söndü.

Oysa bu savaş, savaşan taraflar kadar bizim ülkemizi de çok yakından ilgilendirmektedir. İsraile göre Gazze savaşı hayati önemi haizdir. Bu savaşta İsrail Devleti kendini saldırgan taraf olarak görmemektedir. Çünkü onlar vatanlarını savunmaktadır. Çünkü o topraklar tanrı tarafından Yahudi milletine vadedilmiş kutsal topraklar içinde yer almaktadır. Yani Arz-ı Mevud içindedir. Dolayısı ile bu vadedilmiş kutsal topraklarda tam egemenlik sağlanana kadar bu savaş devam edecektir.

Şimdi gelelim bu savaşın bizim ile olan yakın ilgisine;

Birinci Dünya Harbinde çok kanlı savaşlara sahne olan ve Osmanlının elinden zorla alınan Ortadoğu topraklarında yaşayan halkların Osmanlı idaresindeki 400 yıl süren huzur ve refah dolu günlere özlemi hiç bitmemiştir. Ve gördüğüme göre hiç bitmeyecektir. Filistin bölgesinde BM tarafından 1947 yılında kurdurulan İsrail Devleti ile birlikte Ortadoğu kargaşa ve kaosun dünyadaki merkezi haline gelmiştir. Bölge halkı geçen yetmiş yedi yıllık süre içinde hep kan, gözyaşı ve eziyet görmüştür.

Peki, bunlara sebep olan İsrail Devleti geçen süre içinde kendi halkına huzur ve refah dolu günler yaşatabilmiş midir?

Hayır yaşatamamıştır. Geçen sürede bölgedeki Müslüman ve Hıristiyan halklar arasına giren Yahudiler de ne yazık ki asırlar sonra oluşturdukları bağımsız İsrail Devleti çatısı altında kendi kutsal topraklarında istedikleri huzur ve güven dolu günlere kavuşamamıştır. Yaşanan çok kanlı savaş günlerinden sonra da artık bu bölgede barış içinde bölge halkları ile birlikte dostça yaşamaları mümkün değildir.

Çünkü bağımsız İsrail Devleti oluşumunu tamamlayamamıştır. Bugün hâlâ geleceğini aramaktadır. Ve bu devletin nerede ve nasıl bir yapılanma içine gireceği konusunda kendi içinde ciddi çelişkiler içinde bulunmaktadır.

Küreselleşme ile birlikte dünyanın çeşitli bölgelerinde kendini güçlü gören devletler, devletlerini bölgelerinin merkezi konumuna getirerek çevredeki ülkeleri bazı antlaşma ve ittifaklarla bir bakıma zorla bölgesel birlikteliklere mecbur etmişlerdir. Avrupa Birliği, Kuzey Amerika'da Nafta, Asya'da Şangay İttifakı bunlara örnektir.

Dünyada bölgesel güç birliği meydana getirme çabaları devam ederken İsrail’in mevcudiyeti Ortadoğuda benzeri yapılanmaların önünü tıkamıştır.

Bütün tüm çevresi ile düşmanca ilişkiler içinde bulunan İsrail, kendi içinde çevre ülkelerin tehdidi kozunu devamlı gündemde tutarak halkını birlik ve beraberlik duygularıyla tek bir yumruk haline getirmiştir. İçişlerinde bütünleşme sürerken komşu devletlerle her alandaki anlaşmazlıkları giderek büyümektedir.

Amerikanın bölgedeki en büyük müttefiki ve her alandaki destekleyicisi konumundaki İsrail, ABD'nin Irak İşgali ile bölgeye yerleşmesini müteakip, ve daha sonra Büyük Ortadoğu Projesinin uygulanması ile birlikte ülkesini daha güvenli hale getirmiştir. Bu durumda komşularıyla ilişkilerinde daha ciddi ve karşılıklı dostluğa dayalı somut adımlar atması gerekirken bunun tersi gerçekleşmiştir.

Bunun nedeni bellidir. Çünkü İsrail'in tarihten gelen Büyük İsrail'in kurulması ana politikası değişmemiştir. Tevrat'ta varlığından bahsedilen Arzı Mevud'un yeniden inşası için şartlar henüz oluşmamıştır. Büyük İsrail Devleti'nin sınırlarını belirleyen Arzı Mevud (Vaat edilmiş Kutsal Topraklar) Dicle ve Fırat Nehirleri arasındaki bir bölgeyi kapsamaktadır. 250 milyona yakın insanın yaşadığı bu bölgede Türkiye, Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün, Suudi Arabistan ve Mısır toprakları bulunmaktadır. Hedef bu olunca, politikalarda buna göre tanzim edildiğinden devamlı savaş ortamı bu bölge halkının değişmez kaderi olmaktadır.

Aslında bu politikadan en fazla rahatsız olan kesim bizzat İsrail halkıdır. Çünkü bu ülke insanları kurulduğundan beri barış yüzü görmemiştir. İsrail halkı her zaman bir savaş ortamı içinde yaşamaktadır. Bunun insanın dayanma gücünü aşan bir baskı yaratması kaçınılmazdır.

1947'de sınırları açık olarak kurulan İsrail geçen süre zarfında bir yandan bölgede tutunabilmenin yollarını aramış ve diğer taraftan da tarihi hedefi Siyonist Büyük İsrail projesini gerçekleştirebilmek için çok katı ve tutarlı politikalar uygulamıştır. Belirlediği plan çerçevesinde Arz-ı Mevud alanındaki ülkeler kendi içlerinde çökertilerek bölge Büyük İsrail için elverişli bir konuma getirilmek istenmiştir.

İsrail'in bölgesel yapılanma projesini kesintisiz olarak uygulamasında kendisine en yakın ülke olarak demokrasi ile idare edilen ve ABD ile çok yakın ilişkiler içinde bulunan Türkiye seçilmiştir. Bu kendi siyasi mantığı içinde doğru bir seçimdir.

Bölgenin en büyük ve en güçlü ülkesi konumundaki Türkiye'den bir kalkan görevi yapmasını isteyen İsrail, Türkiye'nin rejimini ve konumunu Arap ve İslam dünyasına karşı bir şemsiye olarak kullanarak kendini korumuştur. Ortadoğu bölgesine yönelik politikalarının icrasında da Türkiye'den geniş ölçüde yararlanmıştır.

Bu sonuca kolay ulaşılmamıştır. Ülkemizde batı ülkeleri örneğinde olduğu gibi her alanda etkili olabilecek güçlü bir Siyonist lobi oluşturulmuş ve bu lobinin üyeleri Türk devleti ile toplumunun en üst yerlerine getirilerek İsrail 'in çıkarları doğrultusunda politikaların Türkiye için üretilme ve uygulanmaları sağlanmıştır. AB'ye giriş için açılan Uyum Paketleri, zorla çağrılıp ekonomimizi teslim ettiğimiz IMF Politikaları ile gerçekleşen sınırsız borçlanmalar sonucunda Atatürk Türkiyesi giderek çağdaş, uniter ve milli yapısından uzaklaştırılmaya çalışılmıştır.

Çökertilen Türk ekonomisi özelleştirme yolu ile tasfiye noktasına getirilmiştir. Şimdi çoğu İsrail ile bağlantılı ve uluslararası Yahudi lobilerinin denetiminde olduğu bilinen büyük firmaların alıcı olarak ülkemizde boy gösterdiği bir döneme ulaşılmıştır. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) bölgesinde İsrailli firmalar Türkiye'deki ortakları aracılığı ile büyük arazileri satın alarak Büyük İsrail için toprak kazanmaktadır.

Küresel mimarların dayatması ile Türk devleti ekonomi alanını terk ederken ve KİT'lerimiz küresel sermayenin güdümüne girerken, Büyük İsrail Projesinin önü açılmaktadır.

İsrail'in, Orta Doğu'nun en küçük devleti olması bizi aldatmamalıdır. Aslında bu küçük devlet, dünya çapındaki lobileri aracılığı ile dünyanın en büyük ekonomik ve siyasal gücünü temsil etmektedir. İsrail'in kendisi değil, ama sırtını dayadığı küresel oluşumlar Türkiye'yi birkaç kez satın alacak mali güce sahiptir. Ve bu küresel güçler Büyük İsrail’in kurulması için büyük gayret içindedir. Yani küresel güçler İsrail’e sahip çıkıp bu devleti büyütürken, Türkiye'yi sahip olduğu bütün zenginlikleri ile satın almaktadır.

Milletimiz geçte olsa bu büyük oyunu fark etmiş ama Atatürk'ün kurduğu şirketlerin yok pahasına elden çıkartılmasına çare bulamamıştır. Yabancı sermaye senaryosu adı altında ülkemizin dev kuruluşlarının Yahudi lobisinin destekçisi firmalara satılması uygulaması halen devam etmektedir.

Sonuç olarak; İsrail Oğullarına vadedilmiş toprakların kuzey sınırı Çukurova, Hatay, Osmaniye, Gaziantep, Diyarbakır, Mardine kadar olan Dicle ve Fırat havzasını kapsamaktadır.Yani bereketli Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) topraklarını içine almaktadır. Kırk yılı aşkın süredir bölgede devam eden PKK terörünün gerçek sebebi Arz-ı Mevud sınırları içinde bulunmasıdır. İşte bu yüzden İsrail ve destekçisi büyük ülkeler dolaylı ve dolaysız her türlü desteği PKK Bölücü Örgütüne vermektedir.

Aldığı sınırsız desteğe rağmen bölücü örgüt tarihinin hiç bir döneminde bölgede hakimiyeti sağlayamamıştır. Türk Ordusu kanıyla vatanlaştırdığı topraklarını en iyi şekilde korumasını bilmiştir.

Her şeye rağmen İsrail emperyalizminin nihai hedefini ele geçirme yolundaki çalışmalar bitmemiştir ve bitmeyecektir. Burada yöneticilerimizin, uluslararası Yahudi lobisinin varlığını ve bu lobinin faaliyetlerinin İsrail'in güçlenmesi ve Arz-ı Mevud’a ulaşması için seferber edildiğini bilmesi gerekmektedir.

Devletimiz uyanık olmalı ve bu kanlı oyuna çanak tutmamalıdır. Milli değerlerimizi küresel güçlerin saldırılarına karşı koruyucu tedbirleri mutlaka almalıdır. Zafer daima Türk milletinindir.