Yeni Türkiye'nin takip edeceği siyaset, belirsiz ve keyfi olamaz. Bizim siyasetimiz, mutlaka milletin kabiliyet ve ihtiyacı ile mütenasip olacaktır.- (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk-1923)

6 Şubat 2023 Kahramanmaraş- Hatay Depreminin üzerinden 365 gün geçti. Fakat görülen gerçek şuki; depremden direkt etkilenen 13 milyon insanımızın hafızalarındaki görüntüler hiç silinmedi. Depremin vurduğu 4:17’de yaşananlar halen canlılığını koruyor.

Deprem ülkesi olarak bilinen güzel yurdumuzda bundan öncede defalarca deprem afeti ile çarpılan insanlarımız, yurt çapında ilk defa bu derece anlamlı ve yüksek katılımlı, duygulu, dayanışmalı ve sorgulayıcı bir anma töreni yaptı. Depreme maruz kalan 11 ilimizdeki anma görüntüleri 85 milyon insanımıza ayni acıları ayni anda paylaşma imkanı verdi.

Deprem esnasında milletçe yaptığımız büyük dayanışma yeniden hatırlandı. Demek ki düğün dermek gibi güzel günler dışında da topluca yaşanan bu tip felaketler insanları bir araya getiriyormuş. Milletimiz ülkemizi şucu-bucu diye bölüp parçalamaya çalışan gafillere felaketi birlikte kucaklayarak üstün dayanışma ile birlik-beraberlik dersi verdi.

Aslında her depremde görülen manzara hiç değişmiyor. Hep ayni ihmal ve başıbozukluktan yıkılan binalar ve tuzla buz olmuş beton yığınlarının altında kalarak yitirdiğimiz masum canlar. Feryatlar ve ağıtlar…

17 Ağustos 1999 Gölcük depreminden 6 Şubat 2023 Kahramanmaraş depremine kadar olan süre içinde değişen tek olumlu husus devletin ve sivil toplum kuruluşlarının kurtarma ve yardım ekiplerinin depremden sonra bölgeye yetişmelerindeki hız ile yaraların sarılmasında kazandığı büyük tecrübe idi. Bu süre içinde meydana gelen bir kaç depremde bu kuruluşların çok başarılı kurtarma operasyonlarını izleyerek gurur duymuştuk. Fakat kazanılan bütün tecrübe muhtemel depremin yıkımını önlemeye yönelik değildi. Tamamen deprem olup yıkım meydana geldikten sonraki faaliyetlerle sınırlı idi..

Biz Türkler kaderci insanlarız ve depremlerden asla ders almıyoruz. Bunun örneklerini tüm depremlerde görmek mümkün. Çünkü biz görüyoruz ki yıkılan binalardan çoğu devlet binaları olmaktadır.

Müteahhitlerin çalıp çırptığı, eksik malzeme kullandığı aşikar olan devlet binaları yıkılırken insanların kendi yaptığı tek katlı deprem evleri ise sapsağlam kalıyorlardı.

Türk Devleti ve milleti depremde varını yoğunu harcar ve yaraların biran önce sarılması için olağanüstü bir çaba gösterir. Milletçe kenetlenişimiz doğrudur. Fakat zamanlaması yanlıştır. İşin doğrusu deprem olmadan bu birlikteliğin sağlanması ve gereken bilimsel önlemlerin önceden alınması olmalıdır. Nitekim ülkemizde meydana gelen depremlerin çok üstünde şiddette depremlere maruz kalan Japonya gibi ülkelerde tek can kaybı olmaz ve binalar un gibi dağılmazken, neden hâlâ bizim ülkemizde meydana gelen yıkımlardan ders almıyoruz ? Bu anlaşılır gibi değildir.

Sorun buradadır. Çözülmesi gereken husus, deprem sonrasında meydana gelen yaraların sarılması değil, böyle yaraların meydana gelmesini önleyecek koruyucu tedbirlerin alınmasıdır. Deprem sonrası meydana gelecek yıkımların maliyetinin deprem öncesi alınacak tüm tedbirlerin maliyetinin beş katı olacağını bilim adamları adeta haykırmaktadır. Fakat seslerini duyan makam yoktur.

Oysa deprem bu toprakların bilinen gerçeğidir ve daha binlerce yıl toprak yerleşene kadar bu doğa olayı durmayacaktır. Buraları vatan bilip, yurt tutan bizlerin bu zamansız gelen düşmana karşı bilinçli bir şekilde hazırlanmamız gerekir.

Nitekim Anadolu halkı genellikle toprak ve yığma taştan yapılan tek katlı depreme dayanıklı evlerde oturarak bu afetten kendilerini korumuşlardır. Kendi canlarını güvence altına alırken, çok katlı ve görkemli sanat yapılarını ise zamanın bütün imkanlarını kullanarak en büyük depremlerde dahi ayakta kalacak ve nesilden nesle aktarılmasını sağlayacak şekilde bir mühendislik harikası olarak inşa etmişlerdir. Bunların örneğini çevremizde tapınak, kilise, cami, medrese, köprü vs. olarak görüyoruz.

Demek ki istenirse yapılabiliyor. Teknoloji ve bilim bugünkü ile mukayese edilmeyecek kadar geri olmasına rağmen binlerce insanın toplandığı bu mabetler her türlü sarsıntıda dimdik kalmayı başarabiliyor.

Allah hiç kimseye deprem acısı vermesin ve o korkuyu yaşatmasın. Fakat sorumluların sorumsuz davranışları yüzünden her türlü acıyı bizzat halk çekmektedir. Ateş her zaman düştüğü yeri yakmakta ve doğrudan bu afete maruz kalıp acıyı bizzat hissetmeyenlere televizyonlardaki yıkım görüntüleri sıradan bir film gibi gelmektedir.

3 Mart 1992’deki Erzincan depremini ailece yaşadık. Allah böyle afetlerle bizi bir daha sınamasın. İnsanoğlunun; kendi elleriyle yarattığı binalarda bu büyük afet karşısında ne kadar aciz ve güçsüz olduğunu yaşayarak öğrendik. Ordu Harekat Başkanı olarak Deprem Harekat Merkezi koordinatörü olarak görev yaptığımdan, depremin asla öldürmediğini, kuralına uygun inşa edilen binaların yıkılmadığını, yıkımın tamamen insanların bölge şartlarını bile bile depreme dayanmayacağı açıkça belli olan binaların yıkılması ile öldükleri gerçeğine bizzat şahit oldum.

Deprem çalışmalarında meydana gelen aksaklıkları belki tedbir alınır da bir daha ayni hatalar yapılmaz diye detaylı bir “Deprem Sonuç Raporu” hazırlayarak üst makamlara göndermiş idik. Raporda belirttiğimiz öncelikli husus depreme maruz kalan bölgenin deprem sonrası yönetimi idi.

Valiliklerce hazırlanan “Afet Koordinasyon Planlarına” göre; deprem sonrasında tüm resmi makamlardan deprem yıkımının kaldırılması için görev isteniyordu. Oysa bu uygulama çok yanlıştı. Bölgede yaşayan insanların tamamı deprem şokuna maruz kaldığından ve halkın karşılaştığı yıkımlara ve can kaybına bu yetkililer de aynen uğradığından o bölgenin yerel yöneticilerinden görev beklemek mümkün değildi. Çünkü onlarda deprem şokuna girmiş ve depremzede olmuşlardı. Ve doğrudan yardıma ihtiyaçları vardı. Bu kişilerden görev istemek deprem sonrası yaşanan kaos ortamını büyütmek demekti. Tek çare olarak her ilde bir deprem afeti durumunda yakın illerden olmak üzere önce bir koordinatör vali ve emrinde yine diğer illerden seçilecek yöneticiler görevlendirilmeli idi. Bu husus titizlikle planlanmalı, eğitim ve tatbikatlarla personel konuya adapte edilmeli, iş makinaları parkuru ve iletişim ağı kurulup çalışması denenmeli ve olay anında birkaç saat içinde yönetim teslim alınmalıydı.

Kahramanmaraş Depremindeki en büyük aksaklık olarak ilk üç gün içinde devletin koordineli bir yardım faaliyetine başlamadığı öne sürülmüştür. Oysa ilk saatler ve ilk günler can kurtarılması ve bölgenin disiplin altına alınabilmesi için çok önemlidir. Bu depremle tüm illere Koordinatör Valiler atandığına şahit olduk. Ancak bu kişilerin görevleri hakkında bilgi ve eğitim sahibi olmadıkları açıkça görülüyordu. Nitekim koordinasyon eksikliklerinden devamlı şikayetler yapılmıştı. Birinci yıl anma törenlerinde halkımızın büyük çoğunluğu devleti yanlarında göremediklerinden şikayetçi olmuşlardır.

İnşallah bu defa ders alınız ve müteakip depremlerde daha hazırlıklı olmayı başarırız.

Sonuç olarak; Deprem yıkmaz. İnsanların teknolojinin gereklerine aykırı olarak yaptıkları inşaatlar yıkar. Ve yıkacaktır. Bu Allah’ın çizdiği kader değildir.